Yanık mektup

Adı Avrupa olan bir serüvene doğru tahta valizlerle gidiyorlardı Mehmetler, Ayşeler… Dilini bilmedikleri, insanını hiç görmedikleri ülkelere gidiyorlardı…  Giderken, kimi yokluğu, kimi yoksulluktan kurtulma umudunu koyuyordu yüreğine. Kimi, işlemeli bir mendili koynuna sokuyor, sevdiğini de birlikte götürdüğünü sanıyordu. 
FOTO: Sebahattin Çelebi

SEBAHATTİN ÇELEBİ

Bu; kaybolup giden Mehmetlerden birine ait taşsız bir mezarın, gurbette kalışının öyküsüdür. 


Trenler kalkıyordu Sirkeci’den… 


Umuda uzanan rayların ardında, sevgililer, anneler, babalar, çocuklar bırakılıyordu…

Adı Avrupa olan bir serüvene doğru tahta valizlerle gidiyorlardı Mehmetler, Ayşeler… Dilini bilmedikleri, insanını hiç görmedikleri ülkelere gidiyorlardı… 
Giderken, kimi yokluğu, kimi yoksulluktan kurtulma umudunu koyuyordu yüreğine. Kimi, işlemeli bir mendili koynuna sokuyor, sevdiğini de birlikte götürdüğünü sanıyordu. 


Uzaktı orası… 


Adına gurbet denecek kadar uzaktı… 


Mehmetleri, Ayşeleri alıp yüreğinde öğütecek kadar uzak… 


Yüksel Nallar da, çocuklarına güzel bir gelecek sunabilme adına sevdiklerini geride bırakarak Belçika’ya geldi. Burada bir madende iş bularak, yerin bin metre altında çocuklarının özlemiyle kazdı kara elması… 


“Bak Nebiyem” diye başlayan mektuplar yazdı karısı Nebiye’ye… 


“Bu da benim bekar hayatım, yatak vaziyetim darmadağın. Bir odada iki kişiyiz. Gördüğün yatak ve masa benim şahsımındır. Ben hazırlığımı ufak ufak yapmaktayım. Şimdi de bir gardrop alıyorum. Bunlar ev için çok lazım” diyordu… 
Fiyakalı fotoğraflar çektiriyordu karısı ve çocuklarına göndermek için Yüksel… Cansız hayallerin üzerine vurulmuş posta idaresine ait mühürler, kilometrelerce uzağa, yani Türkiye’ye özlemleri taşıyordu. 


Soğuktu gurbet akşamları… Belçika’nın Limburg kentinde kurulu maden ocaklarında üşüyen yanlarını özlemleriyle ısıtıyordu Yüksel… 


En büyük hayaliydi Yüksel’in… Karısı Nebiye ve çocuklarını yanına almak rüyalarını süslüyordu. Ufaktan aldığı eşyalarla ev düzmeye başlamıştı.. 
Nebiye, Belçika’ya gelecekti gelmesine ama Yüksel, hasreti soğumadan göçüp gidecekti buralardan… 


4üncü çocuğunun dünyaya gelmesiyle, zorlaşan hayat şartları nedeniyle, Yüksel Türkiye’den annesini getirmek ister. Bu nedenle de çalıştığı firmadan izin alarak, kara yoluyla Türkiye’ye annesini çocuklara bakması için almaya gider. 
Ancak bu gidişin dönüşü olmayacaktır. 


Yüksel, annesiyle birlikte bir  an önce çocuklarına kavuşabilmek amacıyla, çok az dinlenerek dönüş yoluna koyulur. Yolda ailenin nedenini hiçbir zaman öğrenemeyeceği bir trafik kazasında önce anne ölür. Olaydan 4 saat sonra da Yüksel, Yugoslavya topraklarında hayata gözlerini yumar. 


Nebiye, 4 çocuğuyla birlikte eşi Yüksel’i ve kayın validesini beklemektedir. Ancak o zamanki şartlar içinde bir türlü eşinden haber alamaz. Bir hafta sonra eline geçen ucu yanmış bir mektup acı haberi verecektir. 


Kayınbabası tarafından Osmanlıca harflerle yazılmış mektubun köşesi yanıktır. Nebiye, acı bir haber geldiğini anlayacaktır. Ortada olmayan bir cenaze vardır. 
Yalan dünyanın bir yalanıdır yaşanılan her şey… Uzaktan uzağa göz yaşı dökmek düşer Nebiye’nin bahtına… 


O yılların şartları içinde eşi Yüksel’in mezarının nerede olduğunu öğrenme imkanına sahip olamayan Nebiye’nin içinde hep bir ümit vardır. En azından mezarını bulmak, eşinin başucunda bir dua okuyabilmek ister… 


Yıllar sonra araba ile Türkiye’ye izne gittiğinde nerede öldüğünü bile bilmediği kocasının anılarını yaşar Yugoslavya topraklarında Nebiye… Eşini kaybettiği yeri bilmeden derin duygulara kapılır gider… Ve o yollarda yaşadığı sessiz duyguları kimseyle paylaşamaz… 


Susarak yaşar hep o anıları… 


İçinde eşi Yüksel’e karşı duyduğu sonsuz sevgiyle, Nebiye bir daha evlenmeyi hiçbir zaman düşünmez, çocuklarıyla avunur. 


Yıllar geçse de, Yüksel’i aklından çıkarmayan Nebiye, onu hep rüyalarında görür. Rüyalarında Nebiye’ye yaşadığını, kazadan sonra Yugoslavya’da hafızasını yitirdiğini söyleyen Yüksel, sık sık karısına çocukları ile ilgili telkinde bulunur. 
Nebiye… 


Yani, o Anadolu’dan sürüklenip gelen yüz binlerce Ayşe’den, Fatma’dan biri olan o Nebiye… 

Öksüz kalmış gibidir Nebiye… Bütün geçip giden yıllar boyunca çocuklarına hiçbir zaman öksüzlük duygusunu yaşatmaz. Ama içinde bir öksüz çocuk büyütür… O öksüz çocuk, Nebiye’nin yüreğinde yaşar hep… 


40 yıl boyunca yüreğinde umut saklayan, yarım kalmış bir öykünün sonudur bu. Kırk yıl sonra bulunan… O kaybolup giden Mehmetlerden birine ait taşsız bir mezarın, gurbette kalışının öyküsüdür. 


Ne güzel söylemiş eskiler… 


“Bir yiğit gurbete gitse Gör başına neler gelir Hasret yürekte kor bir ateş Elimizden ne gelir…?”

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.