Yeni yıl anıları

Foto: Shutterstock.com

Hüseyin Gökçe

Eskiden beri merak ederdim Paris hayatını. Çünkü Osmanlı’nın son dönemleri ile Cumhuriyet aydınlarının hem sığınağı hem ilham kaynağı olmuş dünya başkentlerinden biri. Nasip oldu, değişik aralıklarla altı ay Avrupa’nın bu en çekici metropolünde yaşadım; evimiz, iş yerimiz, değişik milletlerden çalışanımız vardı. Hepi topu altı ay ama oldukça yoğun. Görüp yaşadığım 52 ülke içinde Batı’da en sevdiğim Fransa, Doğu’da Özbekistan oldu. Fransa’da nezaket, Özbekistan’da dostluk öne çıkıyor bana göre.

Paris’te bulunuş nedenim büyük bir hazırgiyim firmasının toptan satış işini organize etmek. İki ayrı zamanda, iki ayrı Türk firmasında çalıştım. İşveren veya yönetici konumundaydım. 1987-1991 yılları.

Firmada 10 -15 kişi kadardık… Türkler, Ermeniler ve Fransızlar. Kabullenmesi, ifadesi hem zor hem ayıp ama Türk çalışanlardan çok Ermeni ve Fransızlardan hayır gördük genelde. Anlatıp sıkmayayım canınızı. Lojman olarak kullandığımız apartman katında Türkiye’den giden Ermeni aileler de vardı, Ramazan’da bize yemek taşırlardı. Sadece iftarda değil, sahurda bile… İşinde de iyi ve saygılıydılar. Geçelim… Doç. Dr. Süleyman Acar, Mehmet Özen gibi mükemmel mesai arkadaşlarımızı, rahmetli İzzeddin Özen hocayı, Fatsalı Bahri Özden’i unutamam. 

Bir gün dönemin Süper Valisi H.K. çıkageldi firmamıza. “Türk Büyükelçiliği verdi isminizi” dedi, “Özel görevle geldim, birkaç gün misafiriniz olabilir miyim?” Bizi uygun görmüşler. Milli görevdir dedik, buyur ettik.

1998‘de ise Cumhurbaşkanı Demirel ve heyetle de gittim Fransa‘ya. Bilinen şeydir, Paris’te büyük bulvar ve caddelerin kenarlarında atkestanesi yani yabanî kestane ağaçları yükselir. İstanbul’dan getirip dikmişler… Paris’in eski semtlerindeki kafelerdeki alaturka tuvaletler de dikkatinizi çeker. Bazı yerlerde bunlar hâlâ kullanılır. Bu kafelerde Necip Fazıl, Yahya Kemal, Abidin Dino gibi ünlü sanatçılar vakit geçirmiş. Yaşlı Fransız garsonlar hâlâ anlatır.

BİR YILBAŞI GECESİ VE BAŞPAPAZIN OLGUNLUĞU

Bir türlü yılbaşı gecesine gelemediğimin farkındayım, giriş uzun oldu, hoş görün lütfen. Şimdi o geceye gidiyoruz:

1987 senesinin son günü, 1988 başlıyor…

Paris’te beraber çalıştığımız, aynı evi paylaştığımız ekonomi doçenti Süleyman Acar Bey’le 7/24 beraberiz. Harika insan.  Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Prof. Said Yazıcıoğlu ile mastırını Fransa’da, aynı evde yapmış, Fransızcası mükemmel. Benden beş yaş büyük olmasına rağmen nazımı çeker, yemek yapar, kendi ayakkabısını boyarken her gün benimkilerini de unutmazdı. Kaliteli, olgun ve mütevazıydı. 2014’te kaybettik maalesef. 

Yeni yıla Paris’in en ünlü caddesi Şanzelize’de girelim diye tutturdum, şamataları görecektim. Kabul etti. Büyük bir kafede oturduk, biraz eğlendik. Güya saat tam 24.00 oldu mu herkes tuttuğunu öpüyordu ama öyle bir saçmalık yaşanmadı.

Ondan birkaç gün önce dünyanın en ünlü kiliselerinden Sacre Coeur’e gitmiştik. Bin kişi başpapazı dinliyordu can kulağıyla. Papazın ağzından Türkiye, Hindistan ve İran kelimeleri döküldü. Süleyman abiye fısıldadım, “Ne diyor?” Türkiye’de, Hindistan’da ve İran’da Hıristiyan kardeşlerimiz baskı altında, diyormuş. 

Kontrolsüz bir heyecanla hemen ayağa fırladım, Türkçe “Başka ülkeleri bilmem ama Türkiye’de Hıristiyanlara asla baskı yok, çok rahatlar!” diye bağırdım. 

Başlar bana döndü, sessizlik oldu. Ne dediğimi anlamadılar tabii. Başpapaz “birisi tercüme etsin mösyönün söylediklerini” dedi. Süleyman Bey tercüme etti.

Başpapaz, kendine böyle bir bilgi ulaştığını, doğru değilse özür dilediğini söyledi. Ortaya konan olgunluk ve hoşgörü şaşırtıcıydı. Salondan atarlar beni diye düşünürken papazın olgunluğu karşısında sesimi kestim. Bizde olsa bu kadar olgun davranabilir miyiz emin değilim. 

O gece fazla gecikmeden eve dönüp yattık. Sabah oldu. Resmi tatil, her yer kapalı, iş yok. O yıllarda Fransa’da sadece altı televizyon kanalı izleniyordu, Fransızca hepsi de. Fransızca konusunda fanatiktir Fransızlar, İngilizceye bile tahammülleri yoktur, bilenler de mecbur kalmadıkça konuşmak istemez. Öğleye doğru canımız sıkılmaya başlayınca, “İşyerine gidelim bari, kepenkleri açmadan hesaplara kitaplara bakarız, gelen olmaz” dedi Süleyman abi. Gittik. İşyerinde vakit geçirirken kapı çalındı. Şaşırdık. 

Açık olduğumuz bile belli değildi. Baktık Musevi bir müşterimiz. Gülümseyerek konuşmaya başladı:

“Evde oturuyordum. Allah dedi ki bana: Bu günde sadece Müslümanlar ve Museviler çalışır. Git bir Müslümandan alışveriş et! Beni Allah yolladı, iyi bir indirim yapılması mesajını verdi ayrıca. Herhalde Allah’ı kırmazsınız!”

Hiç beklemediğimiz bir günde Musevi’ye iyi bir satış yaptık. Tabii iyi de bir indirim…

Bohem hayatın, aşkın, sanatın dünyadaki merkezlerinden Paris… Seni, Süleyman Acar abiyi ve kızartılmış ekmek dilimlerine bolca tereyağ sürülüp yenilen nostaljik kahvehanelerini çok özlüyorum.

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.