Bir çocuğun gözlerinde büyüyen bir donukluk vardır; hani oyun oynarken değil, anlatmaya çalışırken susmak zorunda kaldığında… Bir öğretmenin, bir ebeveynin ya da sistemin iyi niyetli ama kör bakışları arasında sıkışıp kalmış o çocuğun bakışıdır bu. Görünmez yaralar sessizce orada, tam sınıfın ortasında büyür. Ve biz, eğitimden bahsederken hâlâ sadece notları, sınav başarılarını, hedefleri konuşuruz. Oysa konuşmamız gereken asıl konu çoğu zaman teneffüslerde, göz temasında ya da bir çocuğun sesini duyurma çabasında gizlidir: Şiddet.
Şiddet dediğimiz şey illa ki yumrukla gelmez. Bazen bir kaş çatış, bazen görmezden geliş, bazen de “Ben senin iyiliğin için söylüyorum”la süslenmiş yargı cümlelerinde saklanır. Ve çoğu zaman niyetimiz iyi olsa da, yöntemimiz suskunluk yaratır. İşte tam da bu yüzden, sınıfın en sessiz çocuğu bazen en çok şey anlatmak isteyen olabilir.
Eğitim ortamları, şiddetin fark edilmeden kök salabileceği en saklı yerlerden biridir. Çünkü burada herkes “iyi” olmak zorundadır. Öğrenci uslu, öğretmen sabırlı, veli anlayışlı… Ve herkes bu oyunun bir parçası olurken, sistemin kör noktalarında bir çocuk sessizce ağlar belki de. Üstelik ağlamazsa daha çok sevilir, “zor çocuk” etiketinden kurtulur.
Ama soru şu: O çocuk gerçekten ne hissediyor?
Bir çocuğa defalarca “Bu senin için iyi” dediğimizde, onun iyi olma halini kendi ölçütlerimize göre mi belirliyoruz? Oysa şiddetsizlik, sadece fiziksel bir yokluğun adı değil; aynı zamanda çocuğun duyulması, anlaşılması ve değerli hissetmesiyle mümkün bir bütünlüktür.
Her gün okul çantasında sadece defter taşımıyor çocuklar. Sessiz hayal kırıklıkları, anlaşılmayan duygular, bastırılmış öfkeler de o çantanın bir köşesinde sıkışıyor. Öğretmenin ses tonuna, arkadaşının imasına, sistemin beklentisine göre şekillenen ruhlar büyüyor bu sıralarda. Ve biz bu ruhları yalnızca “başarılı mı?” diye ölçüyoruz.
Eğitim, sadece bilgi aktarmak değil; bir çocuğun kendine olan güvenini, başkasıyla kurduğu ilişkiyi, hayata bakışını şekillendirmektir. Şiddetsizlik, bu şekillendirmenin en temel taşıdır. Ama bunun için önce kendimize sormamız gerekir: “Ben nerede farkında olmadan yok sayıyorum? Nerede iyi niyetimin gölgesinde şiddete alan açıyorum?”
Çocuklar doğduklarında kalpleri boş bir tuval gibi. Ne yazarsak onu okuyorlar. Şiddet içerikli bir kelime, bir bakış, bir küçümseme… Hepsi zamanla onların diline, bedenine ve ilişkilerine siniyor. Sonra büyüyünce diyoruz ki: “Bu çocuk neden empati kuramıyor?”
Belki de hiç öğretilmedi. Belki de hiç yaşatılmadı.
Eğitim, aynaya bakabilen bir sistemle başlar. Öğretmenin kendini tanımasıyla, velinin duygu okuryazarı olmasıyla, çocuğun sesine kulak verilmesiyle büyür. Gerçek değişim, çocuğun yalnızca başarılı değil, aynı zamanda huzurlu hissettiği bir ortam yaratmakla mümkündür.
Çünkü bazen en büyük şiddet, duyulmamakta saklıdır. Ve en büyük iyileşme, gerçekten duyulduğunu hissetmekte…
En önemlisi:
Bir çocuğun sesi duyulmadığında, büyüyünce sessiz kalmaz; ya susarak içe döner ya da başka birine bağırarak yankılanır.