Kuzeyin Oğlu

Bildnummer: 55534776 Datum: 21.06.2011 Copyright: imago/Seskim Photo Turkish Singer Volkan Konak live performing in Istanbul. 21.06.2011 PUBLICATIONxNOTxINxTUR Entertainment Kultur People Musik Aktion x0x xub 2011 quer Bildnummer 55534776 Date 21 06 2011 Copyright Imago Photo Turkish Singer Volkan Konak Live Performing in Istanbul 21 06 2011 PUBLICATIONxNOTxINxTUR Entertainment Culture Celebrities Music Action shot x0x 2011 horizontal

Hürrem Erman

Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi coşkun, bir çınar ağacının gölgesi gibi sakin, bir turnanın kanadında süzülen melankoli gibi derin bir ses sustu. Volkan Konak, nam-ı diğer “Kuzeyin Oğlu,” 31 Mart 2025’te, Kuzey Kıbrıs’ta bir konser sırasında, sahnesinde, sevenlerinin gözleri önünde hayata veda etti. O, sadece bir şarkıcı değil, bir ozan, bir şair, bir kültür elçisiydi; Karadeniz’in rüzgârını, Anadolu’nun toprağını, insanlığın evrensel acısını sesine nakşeden bir sanatçı. Nazım Hikmet’in “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” dizelerindeki ruhu bedeninde taşıyan bu adam, 58 yıllık ömrüne bir destan sığdırdı. Şimdi, onun ardından, edebiyatın ve müziğin kesiştiği bir yol ağzında, saygı duruşunda bulunuyoruz.

Volkan Konak, 27 Şubat 1967’de, Trabzon’un Maçka ilçesinde, Karadeniz’in yeşiline gömülü bir köyde gözlerini açtı. Toprakla, denizle, rüzgârla büyüyen bir çocuktu o; sanki tabiatın kendisi ona ilk şarkılarını fısıldamıştı. Marcel Proust’un “Gerçek yolculuk, yeni manzaralar görmek değil, yeni gözlerle bakmaktır” sözünü hatırlatırcasına, Konak, çocukluğunun o dar sokaklarında, geniş bir dünya gördü. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda aldığı eğitim, ona notaların matematiğini öğretti; ama ruhunu terbiye eden, Karadeniz’in türküleri, annesinin nasihatları, babasının gözyaşlarıydı.

İlk albümü Suların Horon Yeri (1987), ülkesine ve toprağına gönderilmiş bir selam gibiydi; Karadeniz’in geleneksel ezgilerini modern bir dokunuşla sunan bu çalışma, henüz yolun başında bir sanatçının cesaretini gösteriyordu. Ancak asıl patlamayı, 1993’te Efulim ile yaptı. “Cerrahpaşa,” “Mimoza Çiçeğim,” “Gardaş” gibi şarkılar, onun sesinde birer ağıda, birer sevda destanına dönüştü. Bu şarkılar, tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında İstanbul’un ruhunu anlatışı gibi, bir coğrafyanın ve bir halkın ruhunu taşıyordu. Konak, sadece şarkı söylemedi; dinleyenlerin yüreğine bir hançer gibi saplanan o duyguyu, bir çiçek gibi nazikçe sundu.

Onun performans sahnesi, bir tiyatro sahnesiydi adeta. Bertolt Brecht’in “Sanat, gerçeği tanımamıza yardım eder” sözünü doğrularcasına, Volkan Konak, sahnede bir hikâye anlatıcısıydı aynı zamanda. Elleriyle havayı kucaklar, gözleriyle kalabalığın ruhuna bakar, sesiyle bir kuşun kanat çırpışını taklit ederdi. 15 yıl barlarda pişen bu adam, kitlelerin karşısına çıktığında, sanki bir ömür onları beklemiş gibiydi. “İnsanları mutlu etmek bizi bahtiyar ediyor,” demişti bir röportajında. Bu söz, onun sanat anlayışının özetiydi: paylaşmak, birleştirmek, iyileştirmek.

Konak’ın müziği, Karadeniz’le sınırlı kalmadı. O, “Ben Karadeniz müziği yapmıyorum, Volkan müziği yapıyorum,” diyerek sınırları yıktı. Orhan Gencebay’ın arabeskte yaptığı devrimci arayışlardan ilham alan bu yaklaşım, onu bir türün değil, bir duygunun temsilcisi yaptı. Sabahattin Ali’nin “İnsanlar birbirine karşı o kadar hırslı ve düşman ki, sanki dünyada yalnız kendileri varmış gibi yaşıyorlar” cümlesine inat, Konak, şarkılarıyla insanları bir araya getirdi. “Cerrahpaşa’da bir babanın yasını, “Gardaş’ta Kazım Koyuncu’ya duyduğu vefayı, “Mimoza Çiçeğim’de bir aşkın kırılganlığını anlattı.

Nazım Hikmet, onun için adeta bir baba, bir rehberdi. “Nazım, ruhsal babamdır,” dediği şairin dizelerini albümlerinde yaşattı. Mimoza albümünde, Nazım’ın “Son Mektup” şiirini öyle bir okudu ki, dinleyenler hem ağladı hem de umutlandı. “Bir yıl sürer, yirminci asırlarda ölüm acısı,” der Nazım; Volkan Konak ise bu acıyı sesiyle ebedileştirdi. 

Şiir, onun için bir gelenekti; her albümünde bir şairin ruhunu konuk etti. Bu, onun sanatındaki masumiyetin ispatıydı. “Şiir dinleyen, şiiri algılayan ve şiir yazan insan, sanat kadar masumdur,” derdi.

Karadeniz’in “Kuzeyin Oğlu” lakabını ona Hüseyin Haydar’ın bir şiiri ve Ahmet Çelenk’in teklifiyle kazandırdığı söylenir. Ama bu lakap, sadece bir coğrafyayı değil, bir duruşu temsil ediyordu. O, milliyetçiliğin katı duvarlarını, insanların birbirine çizdiği ideolojinin kalın çizgilerini şarkılarıyla yumuşattı; “Irklara inanmam, bu bir illüzyondur,” diyerek, zenginle gariban arasındaki uçuruma işaret etti. Franz Kafka’nın “Dünya, insanın kendi inşa ettiği bir hapishanedir” sözünü hatırlatırcasına, Konak, insanları bu hapishaneden kurtarmaya çalıştı.

Aşk, onun için bir boyutlar yolculuğuydu. “Aşk uzakta olmaktır, yakına gelince sevgiye dönüşür,” dediği bir röportajında, 35 yıllık eşiyle yoldaşlığını anlatmıştı. “Biz aşk boyutunu geçtik, omuzdaş olduk,” derken, gözlerinde bir vefa parıltısı vardı. Bu, onun hayata bakışındaki samimiyetti. “Sevgi, saygı, inandırıcılık ve vefa,” aşkın kanunlarının ilk maddeleriydi onun için. Sait Faik’in “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey” dizesi, Konak’ın yaşamında ete kemiğe bürünmüştü.

Pandemi sonrası boşanma rekorlarının kırıldığı bir dünyada, Volkan Konak’ın evliliği bir kale gibi duruyordu. “Paracı insanlar mutlu olamaz,” diyerek, paylaşımın gücüne inandı. “Ben yârim; karımın yanağından başka her şeyimi insanlarla paylaştım,” sözü, onun cömertliğini ve hümanizmini özetliyordu. Bencilliğin mutsuzluk getirdiğine inanan bu adam, sahnede de hayatta da eli açıktı. Victor Hugo’nun “Cömertlik, insanın ruhunun zenginliğidir” sözü, Konak’da cismanileşmişti.

Sanat, onun için bir kuluçka makinesiydi. “Sanat, yumurtaları bir araya getirip çoğaltır,” derdi. Bu yüzden, müziği birleştirici bir güç olarak gördü. “Çamaşırlarımız aynı güneşte kuruyor,” diyerek, ayrışmalara karşı çıktı. Türkiye’nin sevgisizlikten muzdarip olduğunu düşünen Konak, “Bu karanlık günlerin sorumlusu siyasetçilerdir,” diye haykırırdı. Ama umutsuz değildi; “Umutsuzluk bize yakışmaz,” diyerek, kartal gibi hür uçmayı tercih etti.

Tabiri caizse; sahne, onun mabediydi. 31 Mart 2025’te, Kuzey Kıbrıs’ta, o mabedin ortasında, kalp kriziyle yere yığıldığında, sevenleri şok içinde kaldı. “Kalp masajı yapılıyor, durumu iyi değil,” sözleri, bir YouTube yayınında yankılandığında herkes panikledi. Ambulans geldi, ama Volkan Konak, o çok sevdiği sahneden bir daha kalkmadı. “İnsanlarla o kalabalıkla yaşıyorsun artık,” demişti bir keresinde; o gece, kalabalığın ortasında, yalnız bir veda busesi bıraktı.

Onun ölümü, bir çağın kapanışı gibiydi. Rainer Maria Rilke’nin “Ölüm, yaşamın bize sunduğu en büyük armağandır” dizesini hatırlatırcasına, Volkan Konak, ömrünü bir armağan gibi sundu. “Beni Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün,” diye vasiyet eden Nazım’ın izinden giderek, “Karadeniz’de babamın yanına gömün beni,” demişti. Çınar ağacı altında, türkülerin ve traktörlerin sesiyle huzur bulmayı düşledi hep.

Volkan Konak, teknolojiyle arası pek iyi olmayan bir sanatçıydı. “Ben teknoloji engelliyim,” derdi gülerek. Ama yapay zekâya bir şiir yazdırdığında, “Nazım Hikmet gibi yazdı, şok oldum,” diye anlatmıştı hayretini. Yıllarca beste yapmak için yorulmuş, kırılmıştı; ama o, “Biz beste yapacağız diye uğraştık, bu nasıl bir şey ya,” diyerek şaşkınlığını paylaşmıştı. Teknolojiye mesafeli, ama ruha yakın bir ozandı.

Karadeniz’i, müteahhitlerin betonundan kurtarıp, şiirle, sevdayla, tutkuyla anlattı bize. “Deniz insanı kinci, ırkçı olmamalı; uygar, hümanist, dünyalı olmalı,” derdi. Kazım Koyuncu’yu “kardeşim” diye anar, onunla geçirdiği günleri özlemle yâd ederdi. “Kalbi güzel değilse hiçbir şey olamazsın,” diyerek, sanatın da, insanlığın da özünü işaret etti. Charles Baudelaire’in “Güzellik, kalbin aynasında yansıyan bir ışıktır” dizesi, Konak’ın yaşam felsefesine uygundu.

Onun sesi, bir turnanın kanat çırpışı gibiydi; hem özgür, hem kırılgan. “Allı Turnam’ı söylerken, dinleyenler hem gurbetin acısını, hem de umudun sıcaklığını hissederdi. “Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle,” derken, sanki sevgiyle bir dünya kuruyordu. Pablo Neruda’nın “Şiir, bir umut eylemidir” sözü, Volkan Konak’ın türkülerinde hayat bulmuştu.

Avrupa turnelerinde, gurbetçilere vefa borcunu ödedi. “Onların parasıyla okudum,” diyerek, her yıl onlara şarkılar götürdü. “Kırıldın, döküldün, ama bizim için kıymetlisiniz,” sözü, onun gönül adamı olduğunu kanıtlıyordu. Albert Camus’nün “İnsan, neyse odur; ama ne olabileceğini de unutmaz” cümlesi, Konak’ın bu vefalı duruşunu tarif ederdi.

Her ne kadar zaman zaman program yapsa da, televizyona mesafeliydi; “Ben eserlerimle, sahne performansımla varım,” derdi. Şöhretten, megalomanlıktan, bencillikten uzak durdu. “Duygunun olmadığı yerde hayatta olamam,” diyerek, samimiyetini korudu. Guy de Maupassant’ın “Gerçek sanatçı, kalbinin sesini dinleyendir” sözü, Volkan’ın yolunu aydınlatmıştı.

“Mutlu olmayı başaran birisiyim,” derdi. Küçük şeylerden haz alan bu adam, “Ağaç kurudu mu yeşermez bir daha,” sözünü yaşamına yansıtmıştı. Ailesi, özgürlüğü, dostlukları, karavanı; vazgeçilmezleriydi. Dostlarına vefasızlık, korkaklık ve güvenilmezlik yakıştırmazdı. Dostoyevski’nin “İnsan, en çok sevdiği şeyle sınanır” cümlesi, Volkan Konak’ın hayatında bir gerçeklikti.

Son konserinde, “İzmir Marşı’nı söylerken, “Kader böyle imiş ey garip ana/Kanım feda olsun güzel vatana” dizeleriyle veda etti. O, Türkiye’nin vicdanıydı; şairlerin sesi, garibanların yoldaşı, sevginin bekçisiydi. “Adın yazılacak dağ ile taşa,” der marş; Volkan Konak’ın adı, gönüllerimize kazındı. Emily Dickinson’ın “Sonsuzluk, bir anın içinde saklıdır” dizesi, onun sahnesindeki son anını anlatır gibiydi.

Şimdi, o sustu. 

Ama sesi, Karadeniz’in dalgalarında, Akdeniz’in yaylalarında, Anadolu’nun tarlalarında, sevenlerinin yüreklerinde yankılanmaya devam ediyor. “Beni bir köy mezarlığına gömün,” vasiyeti, onun toprağa olan aşkını gösteriyor. Tıpkı Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde dediği gibi: “İnsan, toprağın kokusuna gömülür; ama ruhu, rüzgârla uçar

Volkan Konak, bir sanatçıdan fazlasıydı. O, bir çağın tanığı, bir halkın ozanı, bir gönlün aynasıydı. “Sanat, insanları tokuşturmaz; birleştirir,” derdi. William Wordsworth’ün “En iyi şiir, duyguların sessizce taştığı bir an’dır” dizesi, Konak’ın müziğini tarif ediyor adeta. O, taştı; ama sessizce değil, gür bir sesle.

Şimdi onun ardından, kelimelerle bir anıt dikmeye çabalıyoruz. Bu anıt, ne taştan, ne betondan; sözlerden, duygulardan, anılardan örülü. “Bir dost bulamadım, gün akşam oldu,” diye sitem etse de Zeki Müren’in dizelerinde, Volkan Konak, milyonların dostu oldu. Gabriel Garcia Marquez’in “İnsan, öldüğünde değil, unutulduğunda ölür” sözü, onun için geçerli değil; çünkü Volkan Konak, unutulmayacak.

Volkan Konak Biyografisi

Tam Adı: Volkan Konak

Doğum: 27 Şubat 1967, Maçka, Trabzon, Türkiye

Ölüm: 31 Mart 2025, Kuzey Kıbrıs (58 yaşında)

Meslek: Şarkıcı, Söz Yazarı, Besteci, Şair, Müzisyen

Eğitim: İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı

Volkan Konak, 27 Şubat 1967’de, Karadeniz’in Trabzon iline bağlı Maçka ilçesinde, doğayla iç içe bir köyde dünyaya geldi. Çocukluğu, Karadeniz’in yeşil tepelerinde, dalgaların sesiyle geçti. Müziğe olan ilgisi erken yaşlarda başladı; annesinin naberleri, babasının ağıtları, onun ilk öğretmenleriydi. Lise eğitiminin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda eğitim aldı. Burada, notaların disiplinini öğrenirken, ruhunu Anadolu’nun türküleriyle besledi.

Müzik kariyerine 1987’de, Suların Horon Yeri albümüyle adım attı. Geleneksel Karadeniz ezgilerini modern bir yorumla sunan bu çalışma, onun cesur bir sanatçı olduğunun ilk işaretiydi. Ancak asıl çıkışını, 1993’te yayımlanan Efulim albümüyle yaptı. “Cerrahpaşa,” “Mimoza Çiçeğim,” “Gardaş” gibi şarkılar, dinleyenlerin yüreğine dokundu ve onu geniş kitlelere tanıttı. Ardından gelen albümler (Volkanik Parçalar, Şimal Rüzgârı, Mimoza, Hayat) ile müziğini bir türün ötesine taşıdı. “Ben Volkan müziği yapıyorum,” diyerek, özgün bir yol çizdi.

Volkan Konak, sadece bir şarkıcı değildi; bir kültür elçisi, bir şair, bir hikâyeciydi. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Arif gibi şairlerin dizelerini albümlerinde yaşattı. Şiirle müziği buluşturan bu yaklaşımı, onu eşsiz kıldı. “Kuzeyin Oğlu” lakabını, Karadeniz’in ruhunu taşıdığı için aldı; ama o, tüm Türkiye’nin oğlu oldu. 15 yıl barlarda sahne alarak pişen bu sanatçı, 2000’lerden itibaren büyük kalabalıklara ulaştı. Avrupa turneleriyle gurbetçilere vefa borcunu ödedi; “Onların parasıyla okudum,” diyerek, her yıl onlara şarkılar götürdü.

Kişisel hayatında, 35 yıllık eşiyle bir sevgi ve yoldaşlık destanı yazdı. Üç çocuğu, Şimal (14), Derin (8) ve Volkan (2), onun en büyük hazineleriydi. “Aşk, sevgi, vefa,” onun için vazgeçilmezdi. Televizyona mesafeli durdu; “Ben eserlerimle varım,” diyerek, sahneyi mabedi bildi. Özgürlüğüne, ailesine, dostlarına tutkundu. “Ağaç kurudu mu yeşermez bir daha,” sözünü yaşam felsefesi yaptı.

31 Mart 2025’te, Kuzey Kıbrıs’ta, bir konser sırasında kalp kriziyle hayata veda etti. 

Sahnesinde, sevenlerinin gözleri önünde, 58 yaşında sustu. Ölümü, bir çağın kapanışı gibiydi; ama sesi, türküleriyle, şiirleriyle, anılarıyla yaşamaya devam ediyor. “Beni Karadeniz’de babamın yanına gömün,” vasiyetiyle, toprağa olan aşkını son kez gösterdi. Volkan Konak, Türkiye’nin vicdanı, şairlerin sesi, garibanların yoldaşı olarak, gönüllerimize kazınmış bir isim olarak kaldı.

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.