Değerini değil, fiyatını soruyorum. Kaç paralık hayatınız var?
Bir kalp krizi geçirdiğinizi hayal edin. Ambulansla hastaneye götürülüyorsunuz, doktorlar sizi hızla ameliyata alıyor. Hayatta kalıyorsunuz. Muhteşem! Fakat birkaç hafta sonra gelen faturaya baktığınızda, ikinci bir kalp krizi geçirmek üzere olduğunuzu fark ediyorsunuz. 100.000 dolar.
Ben New York’ta bir doktorum. Ve bu hikâye gerçek!
2019’da, 44 yaşındaki Drew Calver, kalp krizi geçirdiğinde Teksas’ta bir hastaneye kaldırıldı. Tedavi sonrası, sigortasının karşılamadığı bir faturayla karşılaştı: 109.000 dolar. Bir öğretmen olan Calver için bu borcu ödemek imkânsızdı.
Bu sadece bir vaka değil. Küresel sağlık sistemleri, özellikle özelleştirme ve özel sektörün artan gücüyle, birçok ülkede insan hayatını bir ticari meta haline getiriyor. Sağlık hizmetleri, hastaların ihtiyacı olan bakımı almak yerine, kim daha fazla ödeme yapabilirse onun yaşadığı bir sisteme dönüşüyor.
Sağlık hizmetlerinin özel sektöre açılması, rekabetin fiyatları düşüreceği iddiasıyla savunulsa da gerçekte tam tersi oldu. Özel hastaneler ve ilaç şirketleri, sağlık hizmetlerini bir müşteri ürünü gibi sunuyor ve insanların çaresizliğini fırsata çevirdi.
Örneğin, 2015 yılında ilaç şirketi Turing Pharmaceuticals, parazit enfeksiyonlarını tedavi eden Daraprim adlı ilacın fiyatını 13,50 dolardan 750 dolara çıkardı. İlacı elinde tutan Martin Shkreli, basına gülerek “Bu kapitalizm, alışın!” dedi. Kamuoyu tepkisi büyüdü, ancak ilaç fiyatları hâlâ birçok ülkede fahiş seviyelerde!
Benzer bir durum insülin için de geçerli. Diyabet hastalarının hayatta kalması için gerekli olan insülin, ABD’de 10 yıl içinde üç katına çıktı. Oysa üretim maliyeti 10 dolardan az. Sonuç? Birçok diyabet hastası insülin dozunu azaltarak yaşamaya çalışıyor ve bazıları bu yüzden hayatını kaybediyor.
Sağlığın özelleştirilmesi, şirketlerin insan hayatını yatırım getirisi sağlayan bir araca dönüştürmesine neden oldu. ABD’de büyük hastane zincirleri, hastaları en fazla parayı getirecek şekilde yönlendirir oldu. Acile giren hastaların önce kredi kartı bilgileri alınır, sigortaları yetmezse tedaviden vazgeçmeleri istenir.
Bir araştırmaya göre, ABD’deki özel hastaneler, sigortası olmayan hastalara sigortalı hastaların ödediğinden 4 ila 5 kat daha fazla fatura kesiyor.
2018’de kanser hastası bir adam, kemoterapi masraflarını karşılayamadığı için GoFundMe platformu üzerinden bağış toplamaya çalıştı. Yani hayatta kalabilmesi için insanların ona para göndermesi gerekti. Şaka gibi, ama oldu.
İsveç ve Norveç gibi ülkelerde sağlık hizmetleri büyük ölçüde ücretsizdir; ancak özel sektörün etkisi arttıkça bekleme süreleri uzuyor ve bazı hizmetler ücretli hale geldi.
İngiltere’de NHS, uzun süredir ücretsiz sağlık hizmeti sunuyor; ancak özelleştirme baskıları nedeniyle birçok hastane özel firmalara devredildi ve ilaç fiyatları yükseldi.
Gelelim bize… Türkiye’de özel hastanelerin yaygınlaşması, sağlık hizmetlerine erişimi artırdı ancak aynı zamanda “faturayı şişirme” skandallarını da beraberinde getirdi. Gereksiz testler, pahalı ameliyatlar ve yüksek ilaç fiyatları, hastaların gereğinden fazla ödeme yapmasına neden oldu. Yenidoğan Çeteleri gibi…
Sağlık bir hak mı, yoksa parası olanın sahip olabileceği bir ayrıcalık mı? Eğer insan hayatı bir ticaret malına dönüştürülürse, yoksulların kaderi “ölüme terk edilmek” mi olacak?
Şirketlerin insafına bırakılan bir sağlık sistemi, gerçek bir soygundan farksızdır. Hükümetler düzenlemeler yaparak ilaç fiyatlarını kontrol altına alabilir, sağlık hizmetlerinin kamusal olmasını sağlayabilir ve herkesin eşit şekilde bakım almasını garantileyebilir. İyi çalışan hükümet var ise…
Aksi halde, hastaneler artık şifa merkezleri değil, en yüksek fiyatı verenin kazandığı açık artırma salonları olmaya devam edecek.
Aynı soruyu sormuyorum bu sefer! Soru şu: Hayatınızın ederi var mı?