1915 yılının o bahar sabahında, siperlerinde bekleyen Osmanlı askerleri, ufukta beliren düşman gemilerini izliyordu. Çok fazla dile getirilmese veya bilinmese de, onlar arasında Mehmet, İsmail ve Mustafa gibi Türk askerlerin yanında, Yorgo, Aram, Mişon ve Hayk da vardı. İsimlerinin farklılığı dışında hepsi aynı üniformayı taşıyor, aynı bayrağın gölgesinde, aynı vatanı savunuyorlardı.
Çanakkale Savaşı, genellikle Türk askerinin kahramanlık destanı olarak anlatılır. Ancak bu destanın içinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısını yansıtan, çok az bilinen bir hikâye daha gizlidir: Gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının da bu mücadeledeki varlığı ve fedakârlığı. Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer gayrimüslim Osmanlı vatandaşları, cephede ve cephe gerisinde Müslüman kardeşleriyle omuz omuza çarpıştılar, birlikte şehit düştüler. Evet “şehitlik” İslami bir kavram belki, ama bu insanlar için sadece “öldüler” demek büyük bir vefasızlık olmaz mı?
Siperlerde Yanyana
Piyade Alayı’nın 3. Taburunda görevli Teğmen Aram Hamparsumyan, 21 Nisan 1915 sabahı, siperlerindeki askerleri denetliyordu. İstanbul’da doğup büyüyen, Mekteb-i Harbiye’den mezun olan genç subay, Arıburnu’ndaki kritik savunma hattında görevliydi. Yanındaki çavuş, Samsunlu Mehmet’ti. İki asker, adeta kardeş gibi olmuşlardı. Mehmet, Aram’ın sürekli yanında taşıdığı, evde bıraktığı eşi ve küçük kızının fotoğrafını defalarca görmüştü. Aram ise Mehmet’in cebinde sakladığı Kuran’ı Kerim’i ve içinden hiç çıkarmadığı anne mektubunu biliyordu.
“Teğmenim, sanki bugün farklı bir şey var,” dedi Mehmet, ufku işaret ederek. Aram gözlerini kısarak denize baktı. “Haklısın Mehmet, bir hareketlilik var
O sırada kulakları sağır eden bir patlama sesiyle yer sarsıldı. Düşman gemilerinden açılan top ateşi, siperlerin hemen önünde patlamıştı. Aram ve Mehmet, kendilerini yere attılar. Ardından gelen top sesleri ve patlamalar, büyük taarruzun başladığını gösteriyordu. Saatler süren bombardımanın ardından, Anzak birlikleri karaya çıkmaya başladığında, 19. Alay tüm gücüyle karşı koydu.
Gün boyunca süren çatışmada, Mehmet ve Aram, siperlerinden hiç ayrılmadılar. Akşama doğru, düşman geri püskürtülmüştü, ancak kayıplar ağırdı.
Mehmet, omzundan yaralanmıştı. Aram onu sırtlayarak sağlık çadırına götürürken, “Seni kardeşim gibi seviyorum Mehmet, bırakmam,” diyordu. Sağlık çadırına vardıklarında, Mehmet’in durumu ağırlaşmıştı. Son nefesini vermeden önce, “Teğmenim, mektubu anneme ulaştır… ve sen de oğlu ol,” dedi.
Aram, Mehmet’in cenazesini defnedip birliğine döndüğünde, gözleri yaşlıydı. Bir hafta sonra, 28 Nisan’da gerçekleşen bir diğer saldırıda, siperinden çıkıp yaralı bir askeri kurtarmaya çalışırken şehit düşecekti. Cenazesi, Mehmet’in mezarının yanına defnedildi. Bu iki asker, farklı inançlara sahip olmalarına rağmen, aynı vatan için, yan yana şehit olmuşlardı.
Amele Taburlarının Karanlık Hikâyesi
Çanakkale Savaşında gayrimüslim Osmanlı vatandaşları sadece muharip birliklerde değil, lojistik destek sağlayan amele taburlarında da görev almışlardı. Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlardan oluşan bu taburlar, cepheye mühimmat ve erzak taşıyor, yol yapımı ve siperler için gerekli çalışmaları yürütüyordu.
Dimetoka’da doğup büyüyen 28 yaşındaki Yorgos Dimitriadis, İstanbul’da bir ayakkabı dükkânı işletiyordu. Seferberlik ilan edildiğinde, Amele Taburu’na alınmış ve Gelibolu’ya gönderilmişti. Yorgo’nun yer aldığı amele taburu, cepheye mühimmat taşıyordu. Ağır sandıkları, sarp yamaçlardan ve çamurlu yollardan geçirerek siperlerdeki askerlere ulaştırmak zorundaydılar.
Bir bahar günü, Yorgo ve arkadaşları mühimmat sandıklarını taşırken, düşman keşif uçakları tarafından fark edildiler. Üzerlerine açılan ateş sonucu, grubun yarısı şehit oldu. Yorgo, bacağından aldığı ağır yarayla yere düştü. Yanında taşıdığı sandık, siperlerdeki askerlere ulaşamayacaktı. Kanlar içinde, son gücüyle sandığı sırtladı ve sürünerek ilerlemeye çalıştı. Mühimmat karakoluna vardığında, kan kaybından bayılmıştı.
Müslüman bir er olan Kozan Köyünden Ali tarafından bulunan Yorgo, sağlık çadırına taşındı. Doktorlar durumunun ağır olduğunu söylediğinde, Ali onun başından ayrılmadı. Yorgo’nun cebinden çıkan, eşinin ve iki küçük kızının fotoğrafını görünce, gözleri yaşardı. Yorgo gözlerini açtığında, karşısında Ali’yi buldu. “Kızlarım… onlara bakacak kimse yok,” diye fısıldadı. Ali, “Merak etme kardeşim, iyileşeceksin ve kızlarına kavuşacaksın,” dedi, ancak kendi de buna inanmıyordu.
Yorgo, iki gün sonra şehit oldu. Ali, onun cebinden çıkan adresi aldı ve savaştan sonra İstanbul’a giderek Yorgo’nun ailesini buldu. Hayatının geri kalanında, Yorgo’nun kızlarını kendi kızları gibi gördü, onların hiçbir şeyden eksik kalmamasını sağladı.
Cephe Gerisinde: Görünmez Kahramanlar
Çanakkale Savaşı’nın gayrimüslim tanıkları arasında, sağlık görevlileri ve hastane personeli de vardı. İstanbul’daki Rum, Ermeni ve Yahudi hastaneleri, savaş süresince yaralı askerlere hizmet vermiş, Osmanlı ordusuna önemli sağlık desteği sağlamıştı.
Balıklı Rum Hastanesi’nde hemşire olan 22 yaşındaki Eleni Papadopoulou, Çanakkale’den gelen yaralıları tedavi etmek için gece gündüz çalışıyordu. Bir gün, ağır yaralı bir askerin bakımını üstlendi. Askerin ismi Hasan’dı ve Gelibolu’daki çatışmada ağır yaralanmıştı. Eleni, günlerce Hasan’ın başında bekledi, yaralarını temizledi, ilaçlarını verdi.
Ancak Hasan’ın durumu giderek kötüleşiyordu. Bir gece, ateşler içinde sayıklarken, sürekli “Anam, anam,” diye inliyordu. Eleni, askerin elini tuttu ve Rumca bir ninni söylemeye başladı. Bu, kendi annesinin ona söylediği bir ninniydi. Hasan, ninninin ritmiyle sakinleşti ve gözlerini açtı. “Teşekkür ederim kardeşim,” diyebildi sadece. O gece Hasan şehit oldu. Eleni, onun yastığının altındaki Kuran’ı Kerim’i ve üzerinde bir adres yazılı olan fotoğrafı buldu. Savaştan sonra Hasan’ın köyüne giderek ailesini buldu ve onlara Hasan’ın son anlarını anlattı.
Eleni, sadece Hasan’ın değil, yüzlerce yaralı Osmanlı askerinin tedavisine yardımcı olmuş, birçoğunun hayatını kurtarmıştı. Savaş süresince, din ve etnik köken ayrımı yapmadan, tüm yaralılara aynı özenle bakmış, onların acılarını hafifletmek için çalışmıştı.
Kayıp Şehitler ve Unutulan Hikâyeler
Çanakkale Savaşı’nda şehit düşen gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Osmanlı arşivlerindeki belgeler, kayıtların eksik ve dağınık olması nedeniyle tam bir rakam vermemektedir. Ancak yapılan araştırmalar, yaklaşık 10.000 gayrimüslim Osmanlı vatandaşının Çanakkale muharebelerinde şehit düştüğünü gösteriyor.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATASE) arşivlerinde yer alan kayıtlar, 19., 5. ve 57. Alaylarda çok sayıda gayrimüslim askerin görev yaptığını göstermektedir. Bu askerler arasında, Teğmen Aram Hamparsumyan, Üsteğmen İsak Bahar, Yüzbaşı Dimitri Karamanlis gibi subaylar da bulunmakta.
İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi arşivlerinde bulunan belgeler, Çanakkale’de şehit düşen Ermeni askerlerin isimlerini içeren listeler sunmakta. Bu listede, 57. Alay’da görev yapan Onbaşı Kirkor Manukyan, Topçu Bataryasında görevli Er Hayk Avedisyan gibi isimler yer almakta.
Rum Patrikhanesi arşivlerinde de benzer listeler mevcut. Bu kayıtlar, Çanakkale’de şehit düşen Rum askerlerin isimlerini ve görev yaptıkları birlikleri belirtmekte. Selanik’ten Yorgo Dimitriadis, İzmir’den Nikolaos Papadopoulos gibi isimler bu listelerde yer almakta.
Yahudi cemaatine ait arşivlerde de Çanakkale’de şehit düşen Yahudi askerlerin kayıtları bulunuyor. İzmir’den Mişon Levi, İstanbul’dan İsak Navaro gibi isimler, bu kayıtlarda yer alan Yahudi şehitler arasındadır.
“Biz Burada Dost Olarak Ölüyoruz’
Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Çanakkale Savaşı’ndaki gayrimüslim şehitler hakkında şunları söylemektedir: “Çanakkale Savaşı’nda sadece Türkler değil, Osmanlı vatandaşı olan Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve diğer milletler de savaştı. Onlar da bu toprakları kendi vatanları olarak görüyor ve savunuyorlardı. Çanakkale’de omuz omuza savaşan ve şehit düşen bu insanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu yapısının en güzel örneğidir
Çanakkale’nin Kilitbahir köyünde yaşayan 92 yaşındaki Hasan Dede, dedesi Veli Onbaşı’nın anlattığı bir anıyı şöyle aktarıyor: “Dedem, Seddülbahir’deki çarpışmalarda yanında savaşan Yorgo isminde bir Rum askerden bahsederdi. Bir gün, şiddetli bir bombardımanın ardından Yorgo ağır yaralanmış. Dedem onu sırtlayıp geriye taşımaya çalışırken, Yorgo ‘Bırak beni Veli, sen kurtar kendini” demiş. Dedem ise ‘Seni bırakmam Yorgo, ya beraber öleceğiz ya beraber yaşayacağız” diyerek onu taşımaya devam etmiş. İkisi de kurtulmuş ve savaştan sonra da görüşmeye devam etmişler. Dedem her zaman ‘Biz orada din, dil ayrımı yapmadık. Hepimiz aynı siperde ölümü beklerken, aramızdaki farklar kayboldu” derdi
Arıburnu’nda bulunan bir askeri günlükte, kimliği bilinmeyen bir Osmanlı askerinin şu notları yer alıyor: “Yanımda savaşan arkadaşım Kirkor ile bugün yine ölümden döndük. Düşman mermileri üstümüzden geçerken, o ‘Korkma İbrahim, dua edelim” dedi. Ben Fatiha’yı okurken, o da kendi duasını etti. İkimiz de aynı Tanrı’ya, aynı can için yalvarıyorduk. Burada hepimiz kardeşiz. Farklı dillerde konuşsak, farklı ibadetler yapsak da aynı toprak için savaşıyoruz
Savaştan Sonra: Acılar ve Unutuluş
Çanakkale Savaşı’ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki karışıklıklar ve ardından gelen Kurtuluş Savaşı dönemi, gayrimüslim şehitlerin anısının geri planda kalmasına neden oldu. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan olaylar, toplumlar arasındaki ilişkileri zedeledi ve ortak acılar unutulmaya yüz tuttu.
Ancak, tarih araştırmacıları ve akademisyenler, son yıllarda Çanakkale’deki gayrimüslim şehitlerin hikâyelerini gün ışığına çıkarmak için çalışmalar yürütüyorlar. Bu çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun son büyük mücadelesinde omuz omuza savaşan farklı inançlara sahip vatandaşların ortak fedakârlıklarını ortaya koyuyor.
İstanbul’da yaşayan 87 yaşındaki Agop Minasyan, dedesi Artin Minasyan’ın Çanakkale’de şehit düştüğünü ve ailesinin bu anıyı hep yaşattığını anlatıyor: “Dedem Çanakkale’de, 19. Alay’da görev yapmış. Babam hep, dedemin komutanı Mustafa Kemal’in emrinde savaştığını gururla anlatırdı. Evimizde dedemin üniformasının bir parçası ve nişanı hala saklanır. Bizim için o, bu vatanın bir şehididir
Selanik kökenli bir Rum ailesi olan Papadopulos ailesinden Dimitri Papadopulos ise şunları söylüyor: “Büyük amcam Yorgo, Çanakkale’de şehit düşmüş. Aile büyüklerimiz hep, ‘O bu vatan için canını verdi” derlerdi. Biz bu topraklarda asırlardır yaşıyoruz ve bu topraklar için can veren atalarımızla gurur duyuyoruz
Ortak Acıda Buluşan İnsanlar
Çanakkale Savaşı, farklı inançlara sahip insanları ortak bir acıda buluşturdu. Siperlerde yan yana savaşan, birbirlerinin yaralarını saran, birbirlerini korumak için canlarını feda eden askerler, insanlığın en yüce değerlerini gösterdiler. Onların hikâyeleri, din, dil ve etnik köken farklılıklarının ötesinde, ortak bir vatan sevgisinin ve kardeşliğin örneği.
Gelibolu Yarımadası’ndaki mezarlar, bugün tüm dünyanın ziyaret ettiği bir barış anıtı haline geldi. Bu topraklarda yatan binlerce şehit arasında, Müslüman Türkler yanında, Rum, Ermeni ve Yahudi Osmanlı vatandaşları da bulunmakta. Onların yan yana yatan bedenleri, farklılıklarımızın ötesinde, ortak insanlık değerlerimizi hatırlatmakta.
Çanakkale’de şehit düşen ve bugün isimlerini bile bilmediğimiz binlerce gayrimüslim Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı, bu toprakların ayrılmaz bir parçası. Onların anıları, Çanakkale destanının unutulmaması gereken bir bölümünü oluşturmakta. Çanakkale, sadece bir milletin değil, bir imparatorluğun farklı halklarının ortak fedakârlığının ve kardeşliğinin destanıdır.
Asker kaçakları
Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Osmanlı İmparatorluğu, 1914 yılı Ağustos ayında genel seferberlik ilan etti. Çanakkale Savaşları’nın şiddetlendiği 1915-1916 yılları arasında, imparatorluğun çeşitli bölgelerinden yaklaşık 2.850.000 erkek silah altına alındı. Ancak resmi kayıtlara göre, bu dönemde çağrılan askerlerin yaklaşık % 17’si, yani 484.500 kişi firar etti veya hiç başvurmadı.
Osmanlı Harbiye Nezareti’nin gizli raporlarına göre, Çanakkale cephesinde asker kaçaklığı oranı diğer cephelere kıyasla daha düşüktü. Çanakkale’de bu oran % 12 civarındayken, Kafkas Cephesi’nde % 20’yi, Mezopotamya’da ise % 25’i aşıyordu. Bu durum, Çanakkale’nin vatan savunması olarak algılanması ve cephenin merkeze yakın olmasıyla açıklanabilir.
Dönemin jandarma kayıtlarına göre, 1915 yılının sadece Mart ayında 12.400 asker kaçağı yakalanmış, bunların 8.700’ü Çanakkale’ye sevk edilmiştir. Yakalanamayan kaçakların sayısı ise tahmini olarak 35.000-40.000 civarındadır.