Akademide Nepotizm ve sadakat rejimi

Üniversite, düşüncenin evi olmalıydı. Eleştirinin, özgürlüğün, araştırmanın kutsal mekânı. Fakat bugün ne görüyoruz? Sorgulayan değil, susan; üreten değil, itaat eden; düşünen değil, direktif bekleyen akademisyen profilleri. Bilgi üretiminin yerine ilişki yönetimi; makale yazımının yerine protokol listeleri; laboratuvarların yerine açılış törenleri konulmuş durumda.
Foto: Shutterstock.com

Bir zamanlar üniversiteler yalnızca bilgi üretilen mekânlar değildi. Düşüncenin, eleştirinin, tartışmanın; uykusuz gecelerin, hayal kırıklıklarının ve hakikat arayışlarının yuvasıydı. Kitapların arasında büyüyen, düşünceyle yoğrulan, fikriyle var olan insanların meskeni idi o yerler. Akademik unvan, yalnızca bir mertebe değil; zihinsel olgunluk, ahlaki duruş ve entelektüel birikimin simgesiydi. Bugün elimizdeki tabloya baktığımızda, bu manzaranın nasıl bir sessizliğe dönüştüğünü görüyoruz. Bilgi taşımayanların oturduğu makamlar, o bilginin ağırlığı altında ezilir. Torpilin hüküm sürdüğü bir düzende erdem artık yalnızca kitaplarda kalır. Bilgi, içeriği boşaltılmış bir süs eşyasına; düşünce ise yalnızca iktidarın hoşuna giden cümleleri tekrar eden bir yankıya dönüşür. Erdemin yerine geçen sadakat, hakikatin değil, otoritenin kapısını aralar. Böylece liyakat yalnızca kişisel bir ideal değil, toplumsal bir yük haline geldiğinden taşınamaz, korunamaz, savunulamaz olur.

Üniversite, düşüncenin evi olmalıydı. Eleştirinin, özgürlüğün, araştırmanın kutsal mekânı. Fakat bugün ne görüyoruz? Sorgulayan değil, susan; üreten değil, itaat eden; düşünen değil, direktif bekleyen akademisyen profilleri. Bilgi üretiminin yerine ilişki yönetimi; makale yazımının yerine protokol listeleri; laboratuvarların yerine açılış törenleri konulmuş durumda.

Sadakat rejimi, aklın değil bağlılığın hüküm sürdüğü bir yapıdır. Bu rejimde makbul akademisyen, en az düşünen; en çok biat eden kişidir. Çünkü bilgi, kontrol edilemediğinde tehdit olarak algılanır. O yüzden sadakat rejimi bilgeliğe değil itaate muhtaçtır.

Bu yalnızca üniversitelerin değil, toplumun da düşüşüdür. Eğitim kurumları geleceği inşa eder. Bir toplumun üniversiteleri neyse, yarının insanı da odur. Eğer üniversiteler torpille yönetiliyorsa adalet bakanlıkta aranmaz; eğer erdem rafa kalkmışsa etik sadece ders adı olarak kalır. Akademik dünya ne kadar susarsa sokak o kadar gürültülü olur. Çünkü düşüncenin olmadığı yerde bağıran kazanır.

Rektörlerin Akademik Karnesi: Sessizlikle Dolu Bir Liste

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir çalışmada Türkiye’deki üniversite rektörlerinin akademik geçmişi, uzmanlık alanları ve H-indeksleri sıralandı. H-indeksi, bilimsel üretkenliğin ve atıf almanın ölçütü olan önemli bir göstergedir. Gerçekten tablo düşündürücü. Bazı rektörlerin H-indeksi “0”, yani hiç atıf almamış. Kimileri 2 ya da 3, yani sınırlı sayıda çalışması var ya da etkisiz. Bu isimler mühendislikten ilahiyata, turizmden veterinerliğe kadar çeşitli alanlardan geliyor. Alanların çeşitliliği sorun değil. Asıl sorun şu: Bu insanlar kendi alanlarında gerçekten bilimsel iz bırakmış mı?

Bu tablo bize şunları söylüyor: Akademik dünyada yöneticilik koltuklarına oturmak için artık bilimsel birikim değil, başka ölçütler belirleyici hale gelmiş görünüyor. Liyakat geri plana itilmiş, sadakat ön plana çıkarılmışsa bu yalnızca bireysel bir sorun değil, sistemsel bir çöküştür. Üniversitelerin asli görevi olan bilgi üretimi yerini yönetimsel manevralara, politik denge hesaplarına bırakmış olabilir mi? Bu tablo, susanların, uyum sağlayanların, sorgulamayanların yükseltildiğini; düşünenin ve üretenin ise kenara itildiğini düşündürüyor. Bilimin ve düşüncenin değersizleştirildiği bir ortamda genç kuşaklara nasıl bir örnek sunuluyor? Akademik unvanlar artık erdemin değil, ilişkilerin sonucu haline gelirse üniversite dediğimiz kurumlar neyi temsil ediyor? İşte bu tablo, tüm bu soruları acı bir şekilde önümüze koyuyor.

Bir rektör sadece bir yönetici değil; aynı zamanda üniversitenin vicdanı, fikri önderidir. Bu makam liyakatle ve entelektüel duruşla taşınır. Ancak rektörlük giderek bir “sadakat belgesi” gibi dağıtılıyor.

Üniversiteler bilgi değil, itaat üretmeye başladı. Akademisyenler makale değil, maruzat dilekçesi yazıyor. Sorgulayan değil, uygun düşünen makbul sayılıyor. Rektörlük koltuğu bilginin değil, yakınlığın ödülü haline geldi. Almanya, Hollanda, İsveç gibi İskandinav ülkelerinde de rektörlük için yalnızca profesör olmak yetmez. Akademik üretkenlik, uluslararası tanınırlık ve bilimsel etik birlikte değerlendirilir. Adaylar bağımsız jürilerce incelenir. H-indeksleri 30’un üzerinde olan bilim insanları rektör olur. Çünkü amaç kurumun vicdanını bulmaktır. Müslüman ülkelerini incelediğimizde durumun pek de iç açıcı olmadığını söyleyebiliriz.

Kim kimi tanıyor, kim kimin referansıyla geldi? Bu yalnızca bazı rektörlerin karnesi değil; bir zihniyetin, bir ülkenin entelektüel iflas belgesi. Kapılarda “Düşünmeyin, uygun düşünün” yazmıyor belki; ama bu mesaj artık her genç akademisyenin zihnine kazınmış durumda. Düşünen, sorgulayan gençler yalnız bırakılıyor. Akademik üretim değil, politik uygunluk esas alınıyor.

Add a comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.