Cam kırıkları

Foto: Shutterstock.com
tahtagemi.net - Sesli Makale
Getting your Trinity Audio player ready...

Gecenin zifiri karanlığı ve dondurucu soğuğu ile dans ediyor yine yüreğim. Gözlerimi sımsıkı kapattım, yorganı başıma çektim ama nafile. Burnumu yastığa gömmeme rağmen buz gibi hâlâ. Isınmıyor ellerim, ayaklarım.

Daha bundan birkaç saat önce attığım kahkahaya lanet ediyorum. “Keşke ölseydim de yaşamasaydım bunları” diye dövünüyorum. “Aklıma mukayyet olmalıyım” diye söyleniyorum ama olmuyor işte. Çıldırmak üzereyim, nefes almak istemiyorum, hatta ölmeliyim. Evet, tek kurtuluş yolu bu, ölmeliyim.

Sabah telefona gelen mesajla açtım gözlerimi. Oğlum, “Akşamki futbol maçına beraber gidelim mi?” diye soruyordu. “Tabii paşam, ister de olmaz mı? Zaten fazla işim de yoktu, öğleden sonra erken paydos yaparım” diye cevapladım. Gülücük işareti çok gecikmeden geldi. Ben de oğlumun mesajıyla mutlu başlamıştım güne.

Bahar kendini göstermişti. Güneş erkenden yoluna çıkmış, öğlen olmadan üzerimdeki hırkayı çıkarttırmıştı bana. “Bugün güzel bir gün olacak, hatta akşam maçtan sonra oğlumla bir şeyler de içmeye gideriz” diye plan yapmaya başlamıştım.

“Oğlum artık büyümüş de babasıyla maça gitmek istermiş” diye düşünürken, zamanın ne çabuk geçtiğini fark ettim. Son günlerde birden boy attı, sesi kalınlaştı, hatta yürüyüşü bile değişti keratanın. “İyi ki” dediğim, şu hayattaki tek varlığım.

Annesiyle güzel başlamıştık aslında ama iyi devam edememiştik. Evde huzursuz bir ortamda büyümesin diye yollarımızı ayırmıştık. Oğlum annesiyle yaşıyor, hafta sonu da beraber vakit geçiriyorduk. Son günlerde de arkadaşlarıyla takılmayı tercih ediyor, arada beni de görmeyi ihmal etmiyordu.

İş çıkışı aradım. “Hazırsan geliyorum yarım saate” dediğimde, “Tamam baba, ama maçtan sonra birlikte vakit geçirmek için söz veremem” dedi. Olsun, o kadar da yeterdi bana.

“Nasıl da koşuyor, tıpkı babası” diye geçiriyorum içimden. Onu öyle izlerken göğsüm kabarıyor.

Maç bittiğinde su gibi terliydi. “Hasta olacaksın, kurula saçlarını, bak sonra annen bana kızar” dedim. Güldü, gözlerimin içine bakarak, “Baba ben büyüdüm artık, senin dikkat etmene gerek yok” dedi. Gülüştük.

En son o an sarılıp kokusunu çekmiştim içime. Sanki doyamayacakmış gibi öptüm yanaklarını. Çok kızmıştır eminim içinden. Ama ne yapayım, evlat bu, doyulmuyor, doyamıyorum…

“Çarşıda bırak beni baba, arkadaşlarla bir şeyler içip biraz dolaşacağız” dedi ve el salladı son kez. Ben de yorulmuştum. “Eve gidip artık rahat rahat yemeğimi yer, sonra da biraz televizyon izler uyurum” diye geçirdim aklımdan.

Yemekten sonra koltuktan kalkmak istemedi canım, uzandığım gibi uyuyakalmışım. Telefonum çalmaya başladı. Açmadım önce ama ısrarla arıyordu bizim bacanak. Telefonu açtım, daha selam demeden; “Hemen hastaneye git, yoldayım ben, Ahmet düşmüş” dedi.

“Ahmet düşmüş mü? Nasıl, ne zaman?” diye kendi kendime tekrarlarken, bir yandan da “Saçmalama bacanak, ne diyorsun sen? Daha az önce beraberdik, şaka mı bu?” diye soru yağmuruna tutuyordum karşımdakini. Yok, şaka yapmıyordu, ağlıyordu ve benden çabuk olmamı istiyordu. Annesinin de polislerle birlikte yolda olduğunu söylediğinde, elimden telefon düştü.

Kıpırdayamıyordum, hatta nefes alamıyordum. Sanki bir kâbus görüyordum ve az sonra uyanacaktım ama öyle değildi. Nasıl çıktım, nasıl hastaneye gittim, bilmiyorum. Bir yandan da “Polis niye?” diye düşünürken aklımı kaçıracaktım.

Hastane kapısında ambulans, polis arabasını ve bizimkileri görünce yanmaya başladı içim. Kalabalığa yaklaştığımda her yerden sesler geliyordu kulağıma: “4. katmış, binanın balkonundan öbür binaya atlamış, çatıdan düşmüş…”

“Hayır, bu benim oğlum değil, olamaz” diye kendimi yatıştırmaya çalışırken eşimi gördüm. Ağlıyordu, yere yığılmış, ayaklarının üzerinde duramıyordu. Yanına gitmeye, bana söyleyeceklerinden korkuyordum. Beni görünce daha da yükseldi çığlıkları; “Ahmet’im, oğlum” diye hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Yoğun bakıma alınmış ama kimse bir şey söylemiyordu. Kaç dakika geçti bilmiyorum, sanki asırlardır o kapının önündeydim. Polis memuru yanımıza geldi; “Lütfen sakin olun, acınız büyük ama burada bekleyemezsiniz, evinize gidip bizden haber bekleyin” dedi. Yanındaki arkadaşlarının ifadesine göre çarşıdaki pasajda otururken cam çatının üzerinde yürüme iddiasına girmişler. Ahmet korkusuzca çıkmış çatıya ama bir köşedeki çatlağı fark edememiş. Arkadaşları ona ve hareketlerine bakarken aniden camla birlikte düşüşünü görmüşler.

Polis memuruna, “Yaşıyor mu?” diye sordum. Bilmiyordu kimse, o da önüne baktı ve “Umudunuzu yitirmeyin” dedi.

Sessizlik, karanlık ve soğuk…

Kaç saat geçti bilmiyorum, hava aydınlanmaya başlamıştı, daha kimse çıkmadı dışarıya. Gözlerimi kırpmadan bakıyordum kapıya.

Bir ara sesler duydum, kapı aralığından bir doktor bize dönerek, “Ahmet’in annesi babası kim?” diye seslendi ve durumu hakkında bilgi verdi. O anlattı ama ben inanamıyordum, sanki başka birisinden konuşuluyordu, bu benim oğlum olamazdı.

Komaya girmişti, vücudundaki kırıkların sayısı belli değildi ve uyanması uzun sürebilirdi. Elime tutuşturduğu kâğıtta telefon numarası vardı. “Bilgi almak için arayabilirsiniz ama durumundaki en ufak değişiklikte biz sizi arayacağız, burada beklemeyin artık” diyerek bizi eve gönderdi.

Dışarıya çıktığımda evimin yolunu bilmiyordum, neresiydi benim evim? Yuvam da evim de aslında oğlumun yanıydı. Arabada oturup bekledim bütün gün, gözlerim telefonda. Hava yine kararmaya başlamıştı, şarjım da bitmek üzereydi, eve gitmeliydim. İstemeden ayrıldım hastanenin önünden. Ev sessiz, soğuk ve karanlık. Sanki her yer artık karanlık ve bir daha güneş doğmayacak gibiydi.

Yoğun bakım servisini saat başı arıyordum, durumunun aynı olduğunu söylediklerinde seviniyordum. Nefes alıyordu ya… “Güçlü oğlum benim, babasını bırakmaz, dayanıklıdır o” diye kendimi teselli ediyordum. Uyumuşum, nasıl daldığımı hatırlamıyorum ama gözlerimi telefonun sesiyle açtım. Korkuyla kulağıma yaklaştırdığımda gelen haberle güneş odama sımsıcacık doğdu…

Aysel Yalçın

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.