Sabri Uçar Çalışkan
Ahlak, insanlığın üzerinde yürüdüğü bir iptir; ince, kaygan ve çoğu zaman nereye uzandığı belli olmayan. Eski çağlarda bu ip, kökleri toprağın derinliklerine saplanmış bir ağacın dalı gibiydi. Herkes bu dalın üzerinde yürüdüğünde, altında onları taşıyan bir gücün varlığına inanırdı. Tanrılar, gelenekler, taşlara kazınmış kurallar… Hepsi, bu ipi sabit ve değişmez kılmak için oradaydı. Ancak zaman, ipi dalından kopardı; şimdi, insanlar boşlukta sallanan bir ip üzerinde yürüyorlar. Altlarında yalnızca derin bir uçurum, yukarıdaysa kendi yarattıkları gökyüzü.
Eski ahlaki değerler, bir şöminenin etrafında toplanan bir aile gibiydi. Ateşin çıtırtısında birliğin sesi vardı, sıcaklığı yalnızca bedeni değil ruhu da ısıtırdı. İnsanlar doğru ve yanlışın sınırlarını, babalarının bakışlarında, annelerinin dualarında bulurdu. Doğru olmak, bir topluluğun içinde erimek; yanlış olmak, o topluluktan dışlanmaktı. Ahlak, sınırları belli bir toprak gibiydi; bu toprak, belki kısırdı ama güvenliydi.
Yeni ahlaki değerler ise okyanusun ortasında bir sal gibidir. İnsanlar, bu salda özgürlüğün tadını çıkarıyor gibi görünür ama her dalgada daha derine çekilirler. Eski değerlerin ağırlığı onları dibe batırırken, yeni değerlerin hafifliği onları savurur. Doğru ve yanlış, pusulasız bir yolculuğun fırtınasında kaybolmuştur. Artık ahlak, bir harita değil, bir rüzgardır; yönü her an değişebilir, yolcusunu istediği yere götürmez.
Metaforların dilinden konuşursak, eski ahlak bir katedraldir; duvarları kalın, taşları soğuk, ama içine girdiğinizde ruhunuzun bir düzen içinde olduğunu hissedersiniz. Yeni ahlak ise bir aynadır; ne gösterdiği, ona bakanın yüzüne, gözlerindeki şüpheye ve içinde sakladığı arzulara bağlıdır. Aynaya bakan kişi, kendini tanımaya çalışırken, aslında yalnızca kırılmaya yaklaşır.
Eski dünya, ahlakı bir demir çerçeve içine yerleştirmişti; değişmez, sert ve keskin. Yeni dünya, ahlakı buhar haline getirdi; her nefeste içine çekilen ama asla ele avuca sığmayan. Eski değerler, bir ağacın köklerinde saklıdır; ne kadar derinlere inerseniz, o kadar sağlam bir gerçeğe ulaşabilirsiniz. Yeni değerler ise yapraklarda gizlidir; rüzgar estikçe düşer, düşen her yaprak, bir başka gerçeğin arayışına yol açar.
Sorun şudur ki, eski ahlaki değerler güven verirken, özgürlüğü kısıtlıyordu. Yeni ahlaki değerler özgürlük sunarken, insanı güvenlikten mahrum bırakıyor. Eski dünyanın kölesi olmak mı, yoksa yeni dünyanın sürgünü olmak mı? İnsanlık, bu iki uç arasında asılı bir köprüdedir. Bu köprü, belki de yalnızca cesur olanların geçebileceği bir yolculuktur.
Sonuçta, ahlak dediğimiz şey, bir zaman makinesidir. Eski değerlere bakarak geçmişimizi, yeni değerlere bakarak geleceğimizi görürüz. Ancak insanlık, bu makinenin ne zaman duracağını veya hangi yöne gitmesi gerektiğini asla bilemez. Belki de en büyük ahlaki görevimiz, bu makinenin içinde kendimizi kaybetmeden ilerlemeyi öğrenmektir. Çünkü ahlak, zamanın aynasındaki yansımadır; biz ise o aynaya bakarken kendi yüzümüzü görmeye cesaret edenleriz.