Yaşayanlar arasında dolaşan milyarder ölü

Yaser Arafat, hayattayken bile hayalet gibiydi kimsenin tam olarak yakalayamadığı, tanımlayamadığı, köşeye sıkıştıramadığı bir gölge. Devrimci mi, terörist mi? Kahraman mı, yozlaşmış lider mi? Özgürlük savaşçısı mı, çocuk katili mi? Diplomat mı, hırsız mı?

SEBAHATTİN ÇELEBİ FRANKFURT

İsrail ile Hamas barış konusunda Amerikan Başkanı Trump’un baskısıyla anlaştı. Bu barış, bizlere bir dönem Filistin sokaklarının en büyük ikonu olan Yaser Arafat’ı hatırlattı. Şimon Peres ile barış anlaşması yapan ve sırf bu yüzden Nobel Barış Ödülünü alan Yaser Arafat’ı…

Başında kefiyesi, belinde tabancasıyla dünyayı dolaştı. Sonra takım elbise giydi ve Nobel Barış Ödülü aldı. Yaser Arafat her zaman yeni rollerle sahneye çıkan bir adamdı: Müslüman Kardeşler üyesiler mensubu, Mısır ordusunda subay, müteahhit, gerilla lideri, diplomat… Dönüşüm ve sürprizlerle dolu bir hayat. Ve son kimliği, ölümünden dokuz yıl sonra ortaya çıktı: Cinayet kurbanı. 

2013’te Lozan’dan gelen rapor dünyayı sarstı. Alanlarının en iyileri arasında sayılan İsviçreli uzmanlar, Arafat’ın kişisel eşyalarında ve cesedinin kalıntılarında zehir bulmuşlardı. Polonyum-210 – aynı Rus muhalif Alexander Litvinenko’yu öldüren radyoaktif madde. Filistin’in tartışmalı lideri, son nefesinde bile gizem ve komplo teorilerinin baş aktörü olacaktı.Ama bu sona nasıl gelindi? Kim öldürmek istedi bu adamı? Ve neden?

Mülteci Çocuğundan Devrimci Lidere

1929’da dünyaya geldi – bazıları Kahire der, bazıları Gazze. Ama doğum yeri hiç önemli değildi; çünkü o, asıl kimliğini mülteci olarak kazandı. 1948’de Filistin paramparça olduğunda, milyonlar gibi o da yerinden edildi. Bu travma onu şekillendirdi, öfkelendirdi, harekete geçirdi.

Gençliğinde Müslüman Kardeşler’e katıldı, Mısır ordusunda kısa süre görev yaptı, sonra Kuveyt’e gitti ve inşaat müteahhidi oldu. Parayı sevmeyi öğrendi – ileride çok işine yarayacaktı bu.

1959’da El-Fetih’i kurdu. Adı açıktı: Filistin’in Kurtuluşu Hareketi. Ama bu sadece politik bir örgüt değildi; silahlı mücadeleye, fedai eylemlerine, gerilla savaşına inanan bir hareketti. Arafat, İsrail’e karşı savaşın generaliydi.

Kan ve Terör: Karanlık Yıllar

1960’ların sonu ve 1970’ler, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün en kanlı dönemiydi. 1972 Münih Olimpiyatları’nda Kara Eylül militanları 11 İsrailli sporcuyu rehin aldı ve öldürdü. Arafat doğrudan emretti mi? Belirsiz. Ama FKÖ’nün başındaydı ve sorumluluğu paylaşıyordu.

Uçak kaçırmalar, havaalanı saldırıları, sivil hedeflere bombalar… 1973’te Hartum’da üç diplomatın öldürülmesi… 1974’te Ma’alot okuluna yapılan baskında çoğu çocuk olmak üzere 25 kişinin ölümü…

1978’de Tel Aviv sahilindeki Coastal Road katliamında 13 çocuk toplam 38 İsrailli sivilin hayatını kaybetmesi… 

Arafat bunları “Kurtuluş Savaşı” diye adlandırdı. Dünya “Terörizm” dedi.

Sürgünler ve Savaşlar

1969’da Yaser Arafat FKÖ’nün başına geçtiğinde, örgütün Ürdün’deki askeri gücü 40 bin kişiye ulaşmıştı. Amman’da, İrbid’de, Zarka’da kendi eğitim kampları, kendi silah depoları, kendi yolları vardı. George Habash’ın liderliğindeki Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi radikal gruplar, Haşimi Krallığı’nın devrilmesi gerektiğini açıkça söylüyordu. Ürdünlü generaller Kral Hüseyin’e baskı yapıyordu: “Ya onları durdurun ya da biz durduralım!”

1970 yılının sıcak eylül günlerinde Amman’ın sokaklarında tuhaf bir iktidar vardı. Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal hâlâ tahtında oturuyordu, ama ülkesinin kontrolünü kaybetmişti. Sokakları gerçekte Filistinli fedailer yönetiyordu. Ellerinde Kalaşnikofları, göğüslerinde kefiyyeleriyle şehrin her köşesine barikatlar kurmuş, vergi topluyor, kendi mahkemelerini kuruyor, hatta Ürdünlü polislerle alay ediyorlardı. Amman artık Kral Hüseyin’in değil, Yaser Arafat’ın başkentiydi.

1970’te Ürdün’den kovuldu, “Kara Eylül”de Kral Hüseyin’in ordusu binlerce Filistinliyi katletti. Lübnan’a kaçtı. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal edince, Tunus’a sürgüne gönderildi.

Sürgündeki yıllar Arafat’ı değiştirdi. Artık silahla kazanamayacağını anlamıştı. Yeni bir yol bulması gerekiyordu.

Dönüşüm: Tabancadan Diplomasiye

1988’de şaşırtıcı hamle: FKÖ, Filistin Devletini ilan etti ve İsrail’i tanıyabileceğini ima etti. 1993’te Oslo Anlaşmaları dünyayı şoke etti. Beyaz Saray bahçesinde, Başkan Clinton’ın önünde, Arafat ve İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin el sıkıştı. Terörün mimarı, barış inşa edenle tokalaşıyordu.

1994’te Nobel Barış Ödülü aldı. Silahını bırakmış, takım elbise giymişti. Ama kefiyesini hiç çıkarmadı.

Gölgedeki Servet

Mütevazı yaşadığını söylüyordu, ama gerçek bambaşkaydı. Uluslararası Para Fonu’nun 2003 denetiminde, Arafat’ın kamu hesaplarından 900 milyon doları özel hesaplara aktardığı ortaya çıktı.Amerikalı muhasebeciler 1 milyar dolarlık gizli portföy buldu: Ramallah’ta Coca-Cola şişeleme tesisi, Tunus’ta cep telefonu şirketi, Cayman Adaları’nda fonlar…

Forbes öldüğünde servetini 200 milyon dolar olarak tahmin etti; CIA ise 6 milyar dolar dedi. Mülteci kamplarında insanlar sefalet içinde yaşarken, liderleri milyarlarla oynuyordu.

Ama asıl skandal eşi Suha’ydı. Arafat’tan 30 yaş küçük, Sorbonne mezunu Suha, Filistin bütçesinden ayda 100.000 dolar alarak Paris’te lüks yaşıyordu. Chanel ve Dior kıyafetleri, Cartier mücevherleri, beş yıldızlı Bristol Oteli… Kocası Ramallah’ta enkaz arasında yaşarken, o moda gösterilerinin ön sıralarındaydı.

Kuşatılmış Lider: Son Günler Ramallah’da

İkinci İntifa 2000’de patlak verdiğinde, Ariel Şaron intikam aldı. 2002’de Arafat’ın karargahını kuşattı, tanklarla yıktı. Filistin’in efsanevi lideri, artık enkaz arasında, birkaç sadık adamıyla, yarı mahpus halde yaşıyordu. Dünya onu unutmuştu, İsrail onu düşman kabul etmiyordu artık, kendi halkı bile sorgulamaya başlamıştı.

2004 sonbaharına kadar böyle yaşadı Ramallah’daki yıkık karargahında.

Gizemli Hastalık: Son Akşam Yemeği

2004 Ekiminin ortasında bir akşam yemeği yedi. Sonrası kabusa döndü.

Midesi bulanıyor, ishal ve şiddetli karın ağrıları başlıyordu. Hızla zayıfladı, yataktan kalkamaz hale geldi. Ardından deliryum, iç kanamalar, böbrek ve karaciğer yetmezliği… Efsane, acı çeken bir insana dönüşmüştü. Paris’e götürüldü, ama Fransız doktorlar ne olduğunu anlayamadı.

11 Kasım 2004’te öldü. Resmi açıklama: Beyin kanaması.

Dul Kadının ısrarı: Emanetlerin Yolculuğu

Dul eşi Suha haykırdı: “Zehirlendi!” Düşmanları fısıldadı: “AIDS’ti.” Gerçek ise karanlıkta kaldı. Cesedi Ramallah’a nakledildi ve mozolede sembol olarak sergilendi. Suha, saygı gereği otopsiyi reddetti. Parisli doktorlar ellerinde kalanları – deri parçaları, idrar – inceledi ama bir şey bulamadı. Numuneler imha edildi. Dava kapanmış gibiydi.

Ama Suha pes etmedi. 2012 başında şaşırtıcı bir hamle yaptı: Arafat’ın Paris’teki hastane odasında yanında taşıdığı kişisel eşyaları El Cezire televizyonuna teslim etti. Bunlar Lozan’a gönderildi.

Envanter listesi dokunaklıydı: Dikkatle katlanmış kahverengi-gri çoraplar, “France 1998” yazılı üç renkli şapka, parfüm şişeleri (Eternity ve Egoïste), el feneri, bir pusula… Pusulayı ne yapmak istiyordu ki son günlerinde?

İsviçreli bilim insanları titiz bir incelemeye başladı. Arafat’ın yün şapkasından dokuz saç teli topladılar, her biri sadece iki santimetre uzunluğunda. Bir iç çamaşırından sarı lekeleri kestiler. Ve laboratuvarda şok edici bir şey buldular: Polonyum-210. Doğal olarak bulunması gerekenden çok daha fazla.

Mezarın Açılışı: Üç Ekip, Tek Sır

27 Kasım 2012. Ramallah’taki mozole sessizce açıldı. Üç ekip toplandı: İsviçreli uzmanlar, Fransız adli tıp görevlileri ve tuhaf bir şekilde, Filistin yönetimi tarafından son anda çağrılan bir Rus ekip.

Numuneler alınmadan önce, Filistinli bir doktorun özel erişimi oldu. “Sadece cesedi öptüm” dedi sonra. El Cezire ekibi sahneyi filme almak istedi, ama Filistin yetkilileri tehdit etti onları. Belli ki bazıları gerçeğin ortaya çıkmasını istemiyordu. Her üç ekip de 20 numune aldı: Deri kalıntıları, kemik parçaları, doku örnekleri.

Ruslar dört numuneyi inceledi ve hızlıca açıkladı: “Hiçbir anormallik yok.” Geri kalan 16 numuneyi hiç açıklamadılar, gizli tuttular. Vaka kapandı mı? Hayır. Çünkü İsviçreliler çok daha titiz çalışıyordu.

Bilimin Anatomisi: İnsandan Diyagrama

İsviçreli bilim insanları, Arafat’tan geriye kalanı adım adım daha soyut hale getirdi – sanki bir insanı formüle dönüştürüyorlardı.

Kahverengimsi kaburga kemikleri önce sodyum hidroksit ile temizlendi, sonra basınçlı fırında tüm biyolojik kalıntılardan arındırıldı. Hidrojen peroksit muamelesiyle kireç beyazı, gözenekli bir minerale dönüştü. O kadar gevrekti ki elle toz haline getirilebildi.

Bir zamanlar Arafat olan şey, hidroklorik asitte çözüldü, askorbik asit eklendi, berrak bir sıvıya dönüştü. Polonyum bu sıvıdan elektrikle gümüş plakalara ayrıldı. Plakalar spektrometreye kondu ve alfa radyasyonu ölçüldü.

Artık Arafat’tan sadece diyagramlar kalmıştı.

Bulgular: Orta Değil, Çok Güçlü

Diyagramlar başlangıçtaki şüpheyi doğruladı: Ortalamanın çok üzerinde Polonyum-210. Özellikle sindirim sisteminin bulunduğu bölgelerde yoğunlaşmış. Bu, büyük miktarda yapay üretilmiş malzemeyi işaret ediyordu.

Laboratuvar raporu dikkatli bir dil kullandı: Zehirlenme hipotezini “orta düzeyde” desteklediğini yazdı. Ama bu standart bilimsel ifade yanıltıcıydı. Hipotez için üç seviye vardı: Zayıf, orta, güçlü. “Orta” ikinci basamaktı – yani çok güçlü kanıtlar vardı.

Hastalık belirtileri klasik radyasyon hastalığına tam uymuyordu, ama Arafat 75 yaşındaydı ve vücudu farklı tepki vermiş olabilirdi. Zaten dünyada sadece bir Polonyum-210 zehirlenmesi vakası belgelenmişti: 2006’da Londra’da öldürülen eski KGB ajanı ve Putin eleştirmeni Alexander Litvinenko.

Kim Yaptı? Spekülasyonlar ve Karanlık

Yine Ruslar mı? Polonyum-210 üretebilen ülkeler sınırlı: Rusya, Amerika, İsrail. Ve nükleer reaktörü olan herkes. İran’ın bile 1967’de ABD tarafından kurulan reaktöründe 1990’larda Polonyum-210 üretilmişti – nükleer silah ateşleyicileri için. Karaborsada bulunabilir.

İsrailliler mi yaptı? Mantıklı değil. Arafat onlar için artık tehdit değildi; zayıf, yaşlı, kontrol edilebilir bir düşmandı. Öldürmenin mantığı yoktu.

Rakip Filistinliler mi? Hamas, İslami Cihad, hatta El-Fetih  içindeki muhalifler… Arafat’ı yozlaşmış ve İsrail’e çok taviz veren biri olarak görüyorlardı. Ölümü bazılarının işine gelebilirdi.

Yoksa bambaşka bir güç mü? Bölgede o kadar çok aktör var ki: Suriye, İran, Lübnan, istihbarat örgütleri, mafya ağları…

Paris soruşturma hakimleri hâlâ bu karanlık ormanda yol arıyor. Ama gerçek belki de asla ortaya çıkmayacak.

Servetin Sonu: Dul kadın ve Mirası

Arafat ölümüyle, serveti üzerinde kavga başladı. Dul Suha, en azından bir kısmını miras almak istiyordu. Ama FKÖ, paranın Filistin halkına ait olduğunu ve devredilmesi gerektiğini söyledi.Mali danışman Mohammed Rashid tüm hesapların detaylarını biliyordu ve sadece Filistin Yönetimine rapor vereceğini söyleyerek Suha’ya bilgi vermeyi reddetti.

Yahudi kaynaklarına göre, Arafat’ın ölümünden sonra Suha, Filistin Yönetimi’nin liderleriyle görüştü ve alıştığı yaşam tarzını sürdürmek için mali güvenceye ihtiyacı olduğu konusunda ısrar etti. Filistin Kurtuluş Örgütü liderlerinin, en az 4 milyar dolar tuttuğuna inanılan Arafat’ın elinde tuttuğu gizli hesaplardan ona yılda 22 milyon dolar ödemeyi kabul ettiği bildirildi. Karşılığında Suha’ya, kocasının tüm banka hesaplarını ve yatırımlarını açıklaması ve Filistin halkına ait olan paranın Filistin Kurtuluş Örgütüne aktarılmasına izin vermesi gerektiği söylendi. Uzun müzakerelerden sonra Suha’ya 20 milyon dolar ve ayda 35.000 euro verildi. Ama bu yetmedi. 2007’de Libya lideri Kaddafi’den para istedi; bunun üzerine Tunus, Suha’nın vatandaşlığını iptal etti. 2013’te bir röportajda itiraf etti: “Arafat’la evlenmek büyük bir hataydı. 100’den fazla kez boşanmaya çalıştım, izin vermedi.”

Amerikan haber kanalı CBS’in bir haberine göre, Clinton yönetiminde Ortadoğu konusunda üst düzey bir danışman ve şimdi bir Washington düşünce kuruluşu olan Saban Merkezi’nin başkanı olan Martin Indyk, Arafat’ın her zaman dünyayı dolaşıp yardım aradığını söylüyor. “Parası”, diye ekliyor, “Arafat’ın hayatta kalması için hayati önem taşıyor.”

“Arafat yıllarca ‘Maaşları ödeyemiyorum, burada bir felaket yaşayacağız, Filistin ekonomisi çökecek’ diyerek yoksulluk çığlığı atardı” diyor Indyk. “Ve hepimiz bu sözleri tekrarlardık: ‘Bu konuda bir şey yapmazsak Filistin ekonomisi çökecek.’ Ama aynı zamanda, yüz milyonlarca dolar biriktiriyordu.”

Yaşayanlar Arasında Dolaşan Ölü

Yaser Arafat, hayattayken bile hayalet gibiydi; kimsenin tam olarak yakalayamadığı, tanımlayamadığı, köşeye sıkıştıramadığı bir gölge. Devrimci mi, terörist mi? Kahraman mı, yozlaşmış bir lider mi? Özgürlük savaşçısı mı, çocuk katili mi? Diplomat mı, hırsız mı?

Şimdi, ölümünden sonra bile, hayalet olarak dolaşıyor yaşayanlar arasında. Ramallah’taki mozolede yatan cesedi bir sembole dönüştü. Ama gerçek Arafat hâlâ bulunamıyor.

Belki de Arafat’ın en büyük başarısı buydu: Ölümden sonra bile, kimsenin kesin bir cevap veremediği sorular bırakmak. Hayattayken kimliği bir muammaydı. Şimdi ölümü de muamma. Yaser Arafat: Yaşarken çok yüzlü, ölürken bile çözülemeyen. Şimdi sadece Polonyum izleri, gizli hesaplar ve yanıtsız sorular bıraktı geride. Ve bir hayalet olarak dolaşıyor. Hem tarihin sayfalarında, hem de yaşayanların vicdanında.

Add a comment

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.