Anayasa çiğnenirken, halk kandırılırken: Türkiye’de yeni bir alçaklık perdesi daha açılıyor
Kırk yılda kırk bin cenaze…
Anadolu ve Mezopotamya topraklarında ağaçlar, bitkiler gençlerin cesetleriyle büyüdü. Analar yastan çıkamadı, babalar mezar başında taş oldu. Kimi “vatan sağ olsun” dedi, kimi “çocuklar ölmesin” diye haykırdı.
Ve şimdi, bu kanın baş mimarlarından biri, Abdullah Öcalan, yeniden sahnede.
Yirmi yılı aşkın süredir İmralı’da tutulan ve örgütün hâlâ merkezinde olan bu adam, bir video ile “barış” çağrısı yapıyor. Devlet ise bunu yayımlıyor, hem de resmî ağızla.
Oysa kimse sormuyor: Bu barış çağrısı, kimin barışı? Neye karşılık geliyor? Ve en önemlisi: Ne zaman samimiyet kazandı bir celladın sözü?
“Silahlar sussun” mu, sandıklar açılsın diye mi?
Bu mesajın zamanlaması tesadüf değil. Türkiye, yeniden seçime hazırlanıyor. Ve Recep Tayyip Erdoğan, bir kez daha anayasal sınırları zorlayarak, üçüncü değil artık dördüncü kez cumhurbaşkanlığına oynamak istiyor. 2014, 2018, 2023… Şimdi gözünü 2028’e dikti.
Anayasa 101. madde açık: “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.”
Ama Erdoğan’a anayasa değil, oyu getirecek her şey mübahtır.
Ve o oy nereden gelir?
İşte orada Öcalan devreye sokulur.
İşte orada Kürt halkı bir kez daha araç hâline getirilir.
Bu ülkenin Kürt vatandaşları yıllardır hem devletten hem PKK’dan çekti. Ama şimdi, ikisi arasında kurulan bu sinsi pazarlıkta bir kez daha “anahtar seçmen” olarak kandırılıyorlar. Devletin eliyle servis edilen Öcalan videosu, Erdoğan rejiminin çaresizlik içinde başvurduğu en alçakça hamlelerden biridir.
Barış değil, oyalama
Evet, Öcalan barış diyor. Ama kimse sormuyor: Bu sözlerin sahibi, yıllarca “devrimci halk savaşı” diyen biri değil miydi? On binlerce Kürt ve Türk gencini dağlarda, şehirlerde ölüme gönderenin ta kendisi değil miydi?
Bu bir barış değil, Erdoğan’ın seçim hesabıdır. Kürt seçmene mesaj: “Bakın, Öcalan da artık barış istiyor. Gelin oyunuzu verin.”
Ama o oyun, sadece Erdoğan’ı yeniden iktidara taşıyacak bir bilet. Karşılığında Kürtlere ne verilecek? Gerçek adalet mi? Eşit yurttaşlık mı?
Hayır. Sadece daha fazla vaat, daha fazla kandırmaca, daha fazla unutulmuşluk.
Ve sahnede bir figür daha: Devlet Bahçeli
Bu kirli senaryoda bir aktör daha var: Devlet Bahçeli.
Yıllarca “bebek katili” dediği Öcalan’ın mesajlarına şimdi tek kelime etmiyor.
Dün çözüm sürecine “ihanet” diyen Bahçeli, bugün Erdoğan’ın her anayasa dışı adımına alkış tutuyor.
Önce “Erdoğan aday olamaz” dedi, sonra “olur” dedi.
Önce “açılım ihanettir” dedi, sonra açılımı devlet politikası olarak kutsadı.
Ne değişti? Makam mı, ilke mi?
Bahçeli, siyasi tarihinde neye karşı çıktıysa bugün onun koalisyon ortağıdır. Devletin çivisi çıkarken, Bahçeli sadece vidayı sıkan tornavida rolündedir. Sessizliğini koltukla satın almıştır.
Kendisini “milliyetçiliğin son kalesi” diye pazarlayan bu adam, bugün anayasa çiğnenirken susan, Öcalan konuşurken kıpırdamayan, Erdoğan her hukuksuzluğa yöneldiğinde kafasını başka yöne çeviren bir kukladan ibarettir.
İşe yaramaz demek hafif kalır; bu adam rejimin makyajıdır.
Kanla kirlenen siyaset
Bu ülkede barış, sadece silahların susmasıyla gelmez. Barış, hesaplaşmayla gelir. Suçluların yargılanmasıyla, itiraflarla, yüzleşmelerle gelir. Ama bu ülkede ne PKK gerçek bir hesap verdi ne devlet geçmişin karanlık dosyalarını açtı.
Ve şimdi Erdoğan, bu kapalı defteri kendi lehine açmaya çalışıyor. Hem Öcalan’a hem Kandil’e göz kırparken, milliyetçi seçmene başka bir yüzle çıkıyor.
Bu ikiyüzlü politika, sadece Türkiye’yi değil, Kürt meselesini de çıkmaza sürüklüyor.
Erdoğan, koltuğu uğruna Öcalan’la aynı masaya gölge düşürmekten çekinmiyor. Öcalan ise hâlâ kendisini bir aktör olarak sahnede tutma çabasında.
Bahçeli ise her zamanki gibi susup destek veren, neyi desteklediğini bile unutan bir gölge.
Olan yine halka oluyor.
Kürt halkı bir kez daha kandırılıyor.
Türk halkı bir kez daha unutması isteniyor.
Ama ne biz unuturuz, ne de bu halk tekrar aynı masallarla oy verir.
Barış, pazarlıkla gelmez.
Hukuk, seçim takvimine göre bükülmez.
Ve en önemlisi:
Halk, aptal değildir.