Sürgünde bir gazeteci: Can Dündar

Dündar, daha sonra kaleme aldığı “Tutuklandık” ve “Vatan Haini” kitaplarında bu süreci detaylıca anlattı. Cezaevinden yazdığı günlüklerinde, bir gazetecinin haber yapma özgürlüğü ile devlet güvenliği arasındaki ince çizgiyi sorguladı. Bu sorgu, aslında tüm gazetecilerin her gün yüzleşmek zorunda kaldığı etik bir ikilemdi.
Foto: Sebahattin Çelebi

SEBAHATTİN ÇELEBİ

1961’in sıcak bir haziran gününde, Ankara’da başladı Can Dündar’ın hikayesi. TED Ankara Koleji’nin koridorlarında atılan ilk adımlar, onu Türk basın tarihinin en çok konuşulan isimlerinden biri yapacak yolculuğun başlangıcıydı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde aldığı eğitim, onun dünyaya bakışını şekillendirirken, Londra’daki sinema ve televizyon eğitimi, anlatacağı hikayelerin dilini zenginleştirecekti.

1982’de, henüz üniversite öğrencisiyken Yankı dergisinde başlayan gazetecilik serüveni, onu Türkiye’nin en saygın medya kuruluşlarına taşıdı. Hürriyet’in koridorlarından Nokta dergisinin sayfalarına, Sabah gazetesinin manşetlerinden Milliyet’in köşelerine uzanan bu yolculuk, her durağında yeni tecrübeler kazandırdı ona. Televizyonun sihirli dünyası da vardı hayatında; “40 Dakika” belgesellerinde anlattığı hikayeler, “Özgür Düşünce” programındaki tartışmalar, ve belki de en önemlisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün hikayesini anlattığı “Sarı Zeybek” belgeseli…

Kitapları da vardı anlatacak; “Yârim Haziran”da kendi hikayesini, “Karaoğlan”da bir devrin panoramasını, “Lüsyen”de unutulmuş bir aşkı anlattı. Her kitap, Türkiye’nin yakın tarihine düşülen yeni bir nottu sanki.

2015 yılına gelindiğinde, Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni koltuğunda oturuyordu. Soğuk bir kasım sabahı, hayatının dönüm noktalarından biri olacaktı. MİT TIR’ları haberi, sadece bir gazetecilik hikayesi değil, aynı zamanda onun hayatını değiştirecek bir karardı. 19 Ocak 2014’te Adana’da ve ardından 1 Ocak 2015’te Hatay’da durdurulan TIR’larla ilgili görüntü ve belgeler, Cumhuriyet gazetesinin manşetinde yer aldı. Haberde, TIR’ların içinde silah ve mühimmat olduğu iddia ediliyordu. Bu haber, Türkiye’nin yakın tarihindeki en tartışmalı gazetecilik olaylarından birine dönüştü.

Dündar, bu haberi yayımlama kararını alırken, gazeteciliğin temel ilkelerinden olan “kamu yararı” prensibini gözetmişti. “Bir gazeteci olarak görevim, kamuoyunun bilgi alma hakkını korumaktı” diyordu her seferinde. Ancak devlet yetkilileri, bu haberin ulusal güvenliği tehlikeye attığını ve devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin ifşa edildiğini savundu. Böylece, gazetecilik mesleğinin sınırları ve devlet güvenliği arasındaki hassas denge, yeniden tartışmaya açıldı.

Haberin yayımlanmasının ardından dönemin Cumhurbaşkanı, “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” açıklamasını yaptı. Ardından savcılık harekete geçti. Adalet sarayının merdivenlerinde bekleyen gazeteciler, meslektaşlarının ifade vermek üzere gelişini görüntülüyordu. Dündar, kısa bir açıklama yaptıktan sonra savcılığa çıktı. O gün, uzun sürecek bir hukuki mücadelenin başlangıcıydı. Tutuklanma kararı geldiğinde, Silivri Cezaevi’nin yolunu tuttu. Üç ay süren tutukluluğunda kitap yazdı, okurlarına mektuplar kaleme aldı. 92 gün sonra, Anayasa Mahkemesi’nin “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği” kararıyla özgürlüğüne kavuştu. Mahkeme, tutukluluğun “basın özgürlüğüne müdahale” niteliğinde olduğuna hükmetti. Ancak dava süreci devam ediyordu.

Dündar, daha sonra kaleme aldığı “Tutuklandık” ve “Vatan Haini” kitaplarında bu süreci detaylıca anlattı. Cezaevinden yazdığı günlüklerinde, bir gazetecinin haber yapma özgürlüğü ile devlet güvenliği arasındaki ince çizgiyi sorguladı. Bu sorgu, aslında tüm gazetecilerin her gün yüzleşmek zorunda kaldığı etik bir ikilemdi.

Ancak hikaye burada bitmedi. 6 Mayıs 2016’da, İstanbul Adliyesi’nin önünde yaşanan silahlı saldırı, hayatının yönünü değiştirecekti. Şans eseri kurşun bacağının yanından geçti, ama bu olay, onu zor bir karar almaya itti. Haziran ayında, uzun yıllar yaşayacağı Almanya’ya gitti.

Berlin’in sokaklarında artık tanıdık bir yüz o. “Özgürüz” adlı haber platformunu kurdu, uluslararası medya kuruluşlarıyla çalışmaya başladı. UNESCO’dan CPJ’ye, Deutsche Welle’den PEN’e uzanan birçok uluslararası ödül aldı. 2020’de İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “siyasi ve askeri casusluk” ile “terör örgütüne yardım” suçlamalarıyla verdiği 27 yıl 6 ay hapis cezası, onun Türkiye’den uzaktaki yaşamını daha da kalıcı hale getirdi.

Berlin’in gri gökyüzü altında, Türkiye’deki gelişmeleri dünyaya aktarmaya devam ediyor. Bir zamanlar TED Ankara Koleji’nin koridorlarında başlayan yolculuk, şimdi Berlin’in sokaklarında devam ediyor. Ancak kalemi hâlâ aynı kararlılıkla yazıyor, sesi hâlâ aynı güçle çıkıyor. Çünkü o, her şeyden önce bir gazeteci ve gazetecinin görevi, her koşulda yazmak, anlatmak, belgelemek…

Gazeteci-Yazar Can Dündar, TahtaGemi’nin sorularını cevapladı.

-Öncelikle Frankfurt’a hoş geldiniz. Nasıl Almanya’ya alışabildiniz mi? 

Dündar: Çok sene oldu yani, 8 sene oldu.

 Alıştım tabii, daha ilk haftasından itibaren alıştım. Beklemediğimiz bir şey değil, Türkiye’de örnekleri çok. İlk değilim, son olmayacağım.

 Zorlukları var tabii ama biz yazı yazdığımız sürece, mücadele ettiğimiz sürece her yer aynı. Silivri’de aynı, Berlin’de aynı, Ankara’da aynı. 

Peki bir umut falan görüyor musunuz? 

Dündar: Elbette, elbette.  Hep o günü bekliyoruz. Sadece beklemiyoruz, uğraşıyoruz, mücadele ediyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz. Yani bir an olsun bile ben öyle umut var mı falan diye düşünmem.

 Sonunda üstüme düşeni yapmak benim görevim. Herkes de onu yapsa. Onun için bizim Ümit Kıvanç’ın sevdiğim bir sözü var. “Umudum yoksa bile inadım var” diyor. Biz inadına devam edeceğiz, umut oradan da olacak. 

– Peki kendinizi nasıl kategorize ediyorsunuz? Bir sürgün gazeteci olarak mı, bir siyasi mülteci olarak mı görüyorsunuz? 

Dündar: Gazeteciyim ben. Hapiste bir gazeteci, sürgünde bir gazeteci, Parlamento’da bir gazeteci, mezarda bir gazeteci, ama gazeteci yani. 

– Sizin Cevheri Güven’le yaptığınız belgeseli izlemiştim. Hapiste de berabermişsiniz zaten, aynı koğuşlardaymışsınız. Nasıl bir duygu yıllar sonra koğuş arkadaşlarınızla karşılaşmak? 

Dündar: Tabii sonuçta öyle bir şey oluyor. Hayat sizi topluyor, aynı cezaevinde bir şey buluşturuyor. O yüzden şimdi hala içeride olan arkadaşlarımız var.

 Çıkmış olanlar var. Çıkması için kampanya yaptıklarımız var. Görüş değiştirip de çıkanlar var.

 Çıktıktan sonra görüşü değişenler var. Ama yani sonuçta hala o şeyi paylaştığım arkadaşlarımla başta olmak üzere konuşuyorum. Birbirimizin davalarını takip ediyoruz. Birbirimizin durumunu takip ediyoruz. O dayanışma devam ediyor. 

Avrupa’daki Türk basınını nasıl buluyorsunuz? Genel olarak Türk basını zaten bitmiş durumda, özellikle Avrupa’da. 

Dündar:Valla buradaki her şey Türkiye’nin küçük yansımalarını içeriyor. Türkiye’de yandaş medya var, burada da var. Türkiye’de eriyen bir medya var, burada da var. Yavaş yavaş etkimizi kaybediyoruz, dağılıyoruz. Onu burada da görüyoruz.

 Galiba Türkiye toparlanmadan buradan toparlamak zor. Ama tersi de düşünülebilir. Belki burada öyle bir şey inşa ederiz ki Türkiye örnek olur.

 Keşke öyle olabilse. O yüzden sizlerin emeği çok önemli. Sizin ortaya koyacağınız bir birliktelik, sizin ortaya koyacağınız yeni bir medya modeli Türkiye’ye örnek olabilir. Buradan başlayacak bir dayanışma dalga dalga Türkiye’ye ulaşabilir. Umarım öyle olur.

 Onun için sizin de çok büyük katkınız olacak. 

Biz yeni nesil yayıncılık diye bir slogonla çıkıyoruz. Bütün siyasi görüşlere eşit mesafede, demokrat çizgide.

Dündar:  Buna çok ihtiyaç var. Çünkü Türkiye ne yazık ki uluslararası standartlardan bir hayli uzaklaştı. Halbuki siz o standartların içinde yaşıyorsunuz.

 O yüzden sizin vereceğiniz buradaki örnek hakikaten Türkiye’ye örnek olabilir.

Çok teşekkür ederim.

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.