Recep Kadiroğlu KIEL
“Sabır her şeydir. Onu gönül borcu duyduğum acılardan öğreniyorum. Sabır her şeydir.”
Ünlü Alman şair Rainer Maria Rilke’nin bu derin ve felsefi sözü, bir zamanlar beyaz perdede yankılanmıştı. Robin Williams, 1990 yapımı Awakenings (Uyanışlar) filminde canlandırdığı nörolog Dr. Malcolm Sayer rolüyle bu sözü adeta bir yaşam felsefesine dönüştürüyordu. Yıllardır uykuda olan hastalarını hayata döndürmek için inanılmaz bir sabır gösteren Dr. Sayer’ın hikayesi, umutsuzluğun en dibinde bile umudun nasıl filizlenebileceğini gösteriyordu.
Ancak ne yazık ki, Williams’ın kendi hayatında bu sabır, sahne ışıklarının parıltısı altında kaybolup gitti. Ekranlardaki neşeli, coşkulu ve kahkaha dolu adam, perde arkasında kendi karanlık ormanında kaybolan bir ruhtu.
Patch Adams filmi, Robin Williams’ın ruh dünyasını gözler önüne seren bir ayna gibiydi. O filmde canlandırdığı intihara meyilli karakterin sözleri, sanki kendi geleceğini fısıldıyordu:
“Yaşam, eve dönmekten ibarettir… Fırtına benim beynimdeydi. Şair Dante’nin dediği gibi; ‘Yaşam serüvenimin ortasında kendimi karanlık bir ormanda buldum.’ Çünkü doğru yolu kaybetmiştim. Sonrasında en doğru yolu bulacaktım ama en beklenmedik yerde…”
Bu satırlar, gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak sinemaya uyarlanan, 1998 yapımı Patch Adams filmden. Filmin başrol oyuncusu ABD’li Robin Williams olup onun seslendirdiği bu cümleler, aslında onun gerçek hayattaki ruh dünyasını özetler gibiydi. Williams o filmde, -rol gereği- intihara meyilli biri olduğu gerekçesiyle psikiyatri hastanesine sevk ediliyordu.
Evet, bu filmi bu gözle tekrar izlemenizi tavsiye ederim. Williams, bütçesinin nerdeyse dört katı bir hasılat ile (202,3 milyon dolar) gişe rekorları kıran bu filmdeki başarıyı maalesef kendi gerçek yaşamında yakalayamadı.
Kahkahaların Prensi: Robin Williams Kimdir?
Onun tam adı Robin McLaurim Williams olup 21 Temmuz 1951 tarihinde Chicago’da doğdu. Babası Robert, Ford otomobil firmasında bir yönetici, annesi Laura ise tanınmış bir modeldi. Çocukluğunu Bloomfield Hills, Michigan’da geçiren Williams, Detroit İlkokuluna gitti. Ardından Kaliforniya Redwood Lisesinde eğitim aldı. Claremont Kolejinden mezun olduktan sonra 1973 yılında özel beceri gösterenlerin okuduğu ve yılda sadece 20 öğrencinin kabul edildiği Julliard Okuluna kabul aldı. Ancak bu okuldan mezun olamadan ayrıldı. Fakat Williams, daha sonra dünya çapında bir oyuncu olunca bu okul kendisine fahri doktora (Yakar, 2023) ünvanı verdi.
Tiyatro ve TV Dizileri
İlk defa bir kilisede doğaçlama olarak sahne aldı. Bu gösteriler aklına stand-up fikrini getirdi. Bu arada okul harçlıklarını çıkarabilmek için arkadaşıyla New York Central Park’ta pandemim gösterileri de yaptı. Sokak fotoğrafçısı olan Daniel Sorine, o günlerde onun fotoğrafını çekti. Daha sonra Williams ünlü olunca bu fotoğrafların ona ait olduğu anlaşıldı. İlginçtir ki Williams, yıllar sonra 1991 yapımı “Shakes the Clown” filminde aynı şekilde pandemim yapıyordu (halil.gen.tr, 2023).
Gösteriye gece kulüplerinde yaptığı şovlarla başlayan Williams, oyunculuk kariyerine NBC’de yayımlanan “The Richard Pryor Show” adlı TV programıyla devam etti. Ardından “Happy Days” adlı TV dizisinde Uzaylı Monk karakteriyle kısa sürede büyük bir popülerlik yakaladı. Daha sonra diziden ayrılarak kendisinin başrolde olduğu “Monk and Mindy” adlı özel bir diziye geçti. Bu dizideki karakteriyle o kadar ünlü hâle geldi ki, özel posterlerden boyama kitaplarına kadar pek çok materyale malzeme oldu. Bunu çok iyi kullanan Williams, 70’li yılların sonlarına doğru stand-up şovlar yaptı. Bu şekilde sadık bir izleyici kitlesi bulan Williams, 2004 yılında, Comedy Central’ın seçtiği Tarihin En İyi 100 Stand-Up Komedyeni (biyografi.info, t.y.) listesinde 13. sırada yer aldı.
Renkli Hollywood Günleri
Sinema kariyerine 1980 yapımı orijinal ismi “Popeye” olan Temel Reis filmiyle başladı. Kariyerinin çoğunda komedi karakterleriyle hatırlanan Williams, ilk başarısını, 1987 yapımı “Good Morning Vietnam” ile yakaladı. Bu filmdeki Adrian Cronauer karakteri ile Altın Küre Ödülü kazanan Williams, aynı zamanda BAFTA, Oscar ve Amerikan Komedi Ödüllerine aday gösterildi (Ulusan, 2020).
Onun sinemada gösterdiği ikinci büyük başarı ise 1998 tarihli Good Will Hunting oldu. Bu film ile ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ dalında Oscar ödülü aldı. Daha önce filmlerin dublaj ve seslendirmelerini yalnızca bu işin ustası olan sanatçılar yapardı. 1992 yılında orijinal adı, “Aladdin and the King of Thieves” olan Alaaddin ve Hırsızlar Kralı animasyon filminde Cin karakterini Williams kendi seslendirdi. Bu seslendirme işi ona o derece popülerlik kazandırdı ki o günden sonra animasyon filmlerinin aranan ismi oldu.
1989 yapımı “Ölü Ozanlar Derneği” filminin genç başrol oyuncularından birisi Ethan Hawke’di. Film çekim sürecinde epey stres yaşayan Hawke, Williams’ın yaptığı latifelerle rahatlar ki, o günü şöyle anlatır: “18 yaşında, kariyerimin ilk önemli rolünü oynuyorum. Williams’ın yaptığı şakalardan dolayı benden nefret ettiğini sanmış ve oyunculuk kariyerimi başlamadan bitireceğim endişesine kapılmıştım. Ancak çekimler bittikten sonra Williams’ın ayarladığı menajer beni aradı ve ‘Williams çok iyi iş çıkaracağını söylüyor’ deyince onunla arkadaş oldum” (Garvey, 2021).
Williams, 1993 yapımı “Mrs. Doubtfire” filminde ise boşandıktan sonra çocuklarıyla vakit geçirmek isteyen bir dadıyı canlandırdı. Ancak bazı endişeleri olup yaşlı dadı kılığının gerçekçi göründüğünden emin değildi. Bu yüzden Mrs. Doubtfire kılığına girerek filmde çocuklarını oynayan oyuncularla tanıştı. Çocukların gerçekten kendisini tanımadığını görünce rolü üstlendi.
Onun rol aldığı filmlerden biri de Türkçeye “Müzede Bir Gece-3” şeklinde tercüme edilen “Night at the Museum-3” filmiydi. Bu filmde Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenen ve 14 Eylül 1901 yılında henüz 42 yaşında ABD’nin 26’ncı başkanı olan Theodore Roosevelt rolüyle karşımıza çıktı.
1970’lerin sonlarında başladığı aktörlük hayatına 34 yılda yaklaşık seksen film sığdıran Williams’ın oynadığı filmlerden biri de Türkçeye “Uyanış” adıyla çevrilen Awakenings’dir. Bu filmde farklı türde Parkinson hastası olan hastaları tedavi etme rolüyle karşımıza çıktı. Yaptığı uzun uğraşlardan sonra L-Dopa adlı pahalı bir ilacı annesinin izniyle Leonard Lowe’i (Robert De Niro) için şansını denedi. İlaç hastalar üzerinde geçici bir iyileşme sağlasa da daha sonra gene eski hallerine dönüyorlar. Ne gariptir ki, Williams bu filmdeki hastaları iyileştirme adına gösterdiği sabrı kendi rahatsızlığında (Parkinson) gösteremedi.
Maalesef bu filmde olduğu gibi Williams, altmışlı yaşlarda Lewy Cisimcikli Demans isimli bir tür Parkinson hastalığına yakalandı. Alkol bağımlısı olmasının bu hastalığa yakalanmasında rolü olduğu söylendi. Gerçi, 1983’te ilk oğlu doğmadan önce alkolü bıraktı. Ancak bu durum Alaska’da (2003) film çekmeye başlayıncaya kadar sürdü ki; kendisi o günü şöyle anlatmış: “Küçük bir kasabadaydım, eh dünyanın ucu denemez ama dünyanın ucu oradan görünüyordu. Aklıma ilk gelen şey içki içmek oldu. Çünkü düşündüm ki az bir şey içmek belki işe yarardı. Çünkü kendimi yalnız hissediyor ve korkuyordum.” (t24.com.tr, 2014).
O, içkiye tekrar başlamasına sebep gösterirken, “Yalnız hissediyor ve korkuyordum.” demiş. Evet kişi, bazen kalabalıklar içinde kendini yalnız hissedebilir. Ancak sık sık bu duyguya kapılmak, aslında içimizde büyük bir boşluğun olduğunu gösterir. Bununla beraber yalnızlık her ne kadar korkunç olsa da bağlantı kuramayacağımız insanlarla çevrelenmek sanırım çok daha kötü olmalı.
Tıpkı hayatını sonlandıracağı ana kadar tiyatro ve sinema dünyasında izleyenleri kahkahaya boğan Williams gibi. Onun için aslında aktörden ziyade bir komedyen demek daha doğru olurdu. Buna rağmen -ihtimal- onu intihara götüren şey, etrafını saran insanlardan ona katkı sağlayacak kimselerin olmayışı yani kalabalıklar içinde kendini yalnız hissetmesiydi. Kim bilir belkide, ‘Hayat her şeyiyle güzel ve özeldir, yaşamaya değer.’ diyecek birilerinin olmayışı.
Dolayısıyla onu intihara götüren en büyük etken sanırım kahkahaların ardındaki yalnızlık ve dışlanma hissiydi. Bu durum onu çok ciddi manada korkutuyodu ki, eşi Susan Schneider onun durumunu şöyle anlatmış: “Williams Demans, diğer bir adıyla (LBD), yani Alzheimer’dan sonraki en yaygın bunama türü olarak bilinen hastalık başladıktan sonra tedirgin olmaya başladı. Hayatının sonuna doğru yıllarca beraber olduğu kalabalık ortamlardan uzak kalma onda ciddi bir endişe meydana getirdi.” (bbc.com, 2015).
“Hayatta en kötü şey yalnız bir insan olarak ölmektir diye düşünürdüm. Değilmiş meğer. En kötü şey, yapayalnız hissetmene sebep olan insanlarla bir aradayken ölmekmiş” (malumatfurus.org, 2021) ifadeleri, Williams’ın Büyük Baba (World’s Greatest Dad) adlı 2009 yapımı filmde canlandırdığı Lance adlı karakterine aitti. Maalesef, rolünün gereği sarfettiği bu cümlelerde dediği gibi kendisini insanlar arasında yapayalnız hissettiği 11 Ağustos 2014 tarihinde intihar ederek öldü. Vasiyeti üzerine, cansız bedenine ait külleri San Francisco Körfezi’ne savruldu. (Yakar, 2023).
Beklenmedik bir anda hayata bu şekilde veda edince, sağlığında 7’den 70’e herkesi güldüren Williams, ne yazık ki sevenlerini hüzne boğdu. Bazen çok sevdiğimiz insanların bu şekilde ölümünü kabullenmek zor olsa da neylersin, ölüm hayatın ayrılmaz bir gerçeği. Onun filmlerini zevkle izleyen biri olarak diyorum ki, keşke, hayranlarına son anda bir espri yapar gibi veda edebilseydi… Ne yazık ki, Awakenings (Uyanışlar) filminde Rilke’nin sabır dolu sözüyle hayat bulan Dr. Sayer’ın aksine, Robin Williams kendi hastalığı karşısında aynı sabrı gösteremedi.
Bedenini ve ruhunu yavaşça ele geçiren Lewy Cisimcikli Demans, onu fiziksel ve zihinsel olarak tükenme noktasına getirdi. Filmlerinde kahkahaların, neşenin ve umudun mimarı olan Williams, kendi hayatında en çok ihtiyaç duyduğu anda o sabrı bulamadı. Tıpkı filmdeki hastaların ilacın etkisinin geçmesiyle eski hallerine dönmesi gibi, onun da parlak sahne ışıklarının ve kalabalıkların yarattığı geçici iyileşmesi, hastalığının ve yalnızlığının karanlığında yok oldu. Williams, hayatının son anlarında, belki de en trajik performansı olan sessiz ve yalnız vedasıyla, sabrın her şey olduğunu acı bir şekilde kanıtladı.
“Sabır her şeydir. Onu gönül borcu duyduğum acılardan öğreniyorum. Sabır her şeydir.” Rainer Marie Rilke’nin o mısrası, onun hayatının hem ironik bir özeti hem de son sözü oldu. Çünkü yaşamı boyunca başkalarının acılarına merhem olmaya çalışan Williams, kendi acılarından sabrı öğrenemedi ve o karanlık ormandan çıkış yolunu bulamadı.
