Orada bir köy var uzakta…

Hauensteinlılar, Hıristiyan değerlerini gerçekten yaşıyordu. Nazi zulmü Yahudilere, engellilere, “melez” dediklerine yöneldiğinde, bu köyün insanları sessizce harekete geçti. Bir komşu kapıyı çaldı, bir ekmek uzattı; bir başkası, gecenin karanlığında bir Yahudi aileyi sakladı. Kişisel riskler aldılar, ama korkmadılar. Hauenstein, Hitler’e karşı bir kale gibi yükseldi; sessiz, ama dimdik.
aquatarkus / Shutterstock.com

Almanya’nın derinliklerinde, tarihle yoğrulmuş iki köy var: Hauenstein ve Hohnstein. Biri, Pfalz’ın Wasgau bölgesinde, ayakkabı kokusuyla dolu sokaklarıyla; diğeri, Saksonya İsviçresi’nde, kayalık dağların gölgesinde bir masal diyarı gibi. Uzakta, ama bir o kadar tanıdık. Bu iki köy, aşırı sağın yükseldiği zamanlarda, bambaşka yollar çizdi; biri direnişin, diğeri dönüşümün simgesi oldu. Gelin, bu iki köyün hikayesine dalalım; geçmişin tozlu ve kanlı yollarından günümüzün çakıllı patikalarında bir gezintiye çıkalım.

Hauenstein: Direnişin Sessiz Kalesi

Hauenstein Nazi Almanyasında ayakkabı atölyeleri ile biliniyordu. 1930’lar, Weimar Cumhuriyeti’nin son nefeslerini aldığı yıllar. 5 Mart 1933’te, Nazi Partisi ülke genelinde %43,9 oyla zafer naraları atarken, bu küçük köyde hava bambaşkaydı. Hauensteinlılar, Katolik Merkez ve Bavyera Halk Partisi’nin ortak listesine %92,6 gibi ezici bir destek verdi. Nasyonal Sosyalizm, burada bir yabancı gibi kaldı, kapıdan içeri adım atamadı.

Peki, bu direnişin sırrı neydi? Hauenstein, kilisenin gölgesinde şekillenmiş bir yerdi. Monarşiler çöktüğünde Protestanlar yolunu şaşırırken, Katolik cemaat burada Kültür Savaşı’ndan güçlenerek çıkmıştı. Kilise, işçilerle fabrika sahipleri arasında bir denge kurmuş, toplumu bir aile gibi bir arada tutmuştu. Nazi bayrakları yerine kilise çanlarının sesi yükseliyordu sokaklarda. Rejim, baskılarla, korkutmalarla, hatta hapisle kilisenin etkisini kırmaya çalıştı ama nafile. İnsanlar, pazar ayinlerine koşuyor, dini bayramlarda meydanları dolduruyordu.

Bu sadece bir inanç meselesi değildi; Hauensteinlılar, Hıristiyan değerlerini gerçekten yaşıyordu. Nazi zulmü Yahudilere, engellilere, “melez” dediklerine yöneldiğinde, bu köyün insanları sessizce harekete geçti. Bir komşu kapıyı çaldı, bir ekmek uzattı; bir başkası, gecenin karanlığında bir Yahudi aileyi sakladı. Kişisel riskler aldılar, ama korkmadılar. Hauenstein, Hitler’e karşı bir kale gibi yükseldi; sessiz, ama dimdik.

Hohnstein: Cennetin Gölgesindeki Dönüşüm

Gelelim günümüze…

Doğu Almanya’nın önemli eyaletlerinden Saksonya’da yer alan. Hohnstein’a vardığınızda, sizi Elbsandstein Dağları’nın eşsiz manzarası karşılar. Renkli ahşap evler, çağlayan dereler, cıvıldayan kuşlar… Burası, bir masal kitabından fırlamış gibi. 14. yüzyıldan kalma Hohnstein Kalesi, kasabanın tepesinde bir taç gibi duruyor. Ama bu kalenin hikayesi, masallardan çok karanlık bir gerçeği taşıyor. 1933’te, Nazi rejimi burayı ilk toplama kamplarından birine çevirdi. 5.600 insan işkence gördü, 140’ı hayatını kaybetti. Komünistler, sosyal demokratlar, sendikacılar… Kale, bir zamanlar çocukların kukla turlarıyla gezdiği bu yerde, zulmün sessiz tanığı oldu.

Yıllar geçti, savaş bitti, kale turistik bir noktaya dönüştü. Ama Hohnstein’ın hikayesi burada bitmedi. 2020’lere geldiğimizde, bu pastoral köy, Almanya’nın “en sağcı” belediyesi olarak anılmaya başladı. Federal seçimlerde, 3.200 sakinin %57,4’ü AfD’ye oy verdi. Doğu maviydi, Hohnstein ise en mavisi. Peki, bu cennet gibi yerde ne değişmişti?

Hohnstein’da hayat, dışarıdan bakıldığında huzurlu görünüyordu. İnsanlar mülk sahibiydi; apartman blokları, kiralık daireler yoktu. Pazar meydanındaki kafede sakız sigaraları satılıyordu – hem de altı farklı tasarımda. Ama yüzeyin altında bir huzursuzluk kaynıyordu. 

AfD, bu korkuları bir alev gibi körükledi. Göçmenler mi? Kasabada sadece 22 Ukraynalı vardı, yani nüfusun %0,7’si. Ama Dresden’in 58 dakika uzaktaki sokaklarından gelen söylentiler, “yabancılar” korkusunu büyüttü. 

İki Köy, İki Yol

Hauenstein ve Hohnstein, aynı topraklarda, aşırı sağa karşı iki farklı duruş sergiledi. Hauenstein, Nazi rejimine karşı kilisenin ve dayanışmanın gücüyle ayakta kaldı. İnsanlar inançlarını yaşadı, komşularını korudu, totaliter bir fırtınada sarsılmadı. Hohnstein ise bir zamanlar zulmün merkeziyken, bugün korkuların ve değişimin kucağına düştü. Kale, her iki hikayeyi de sessizce izliyor: Birinde işkence görenlerin çığlıkları, diğerinde AfD’nin yükselen oyları. Bir yanda bilinç altında yatan bir geçmiş özlemi, diğer yanda gelecek endişesi. Bütün bu verileri objektif olarak değerlendirmek ve dağarcığımızda harmanlamamız gerekiyor sanırım.

Hauenstein’da direniş, bir yaşam tarzıydı; Hohnstein’da ise dönüşüm, bir çaresizlik fısıltısı. Biri Hitler’e “hayır” dedi, diğeri modern sağa “evet” diye fısıldadı. Ama her iki köy de, insan ruhunun karmaşasını anlatıyor. Orada bir köy var uzakta; biri geçmişte bir ışık, diğeri bugünde bir gölge. Ve belki de bu iki köy, bize şunu soruyor: Bir toplumu ayakta tutan nedir? İnanç mı, korku mu, yoksa sadece bir avuç insanın cesareti mi?

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.