ERDAL ÇOLAK
Kuzey Avrupa’nın soğuk iklim karakterini taşıyan Danimarka’da kışlar özellikle çok soğuktur. Sıcak renklerden oluşan kırmızı-beyaz bayrağıyla bu çok güzel ülke, kuzeyin sarışın Vikinglerinin yurdudur.
Danimarka Krallığı’nın başkenti Kopenhag’dır. IX. Frederik’in erkek çocuğunun olmamasından dolayı büyük kızı Kraliçe II. Margrethe tahta geçmiştir. Danimarka toplumunda ve kanunlarında kral, “Tanrı’nın yardımıyla, lütfu ve halkın sevgisiyle, Danimarka Gücü” anlayışıyla yapılan her konuda altı çizilerek belirtilir. Devlet yönetiminin başında yer alan kral, bugün başbakan ve hükümeti atama-azletme yetkisine sahiptir.
1972 yılında tahta çıkan Kraliçe II. Margrethe, yaklaşık yarım yüzyıldır Danimarka, Grönland ve Faroe Adaları siyasetine yön veren en önemli figür olmuştur. Temsili demokrasi ve merkezi üniter devlet yapısına sahip olan Danimarka’nın şu anki devlet başkanı Kral X. Frederik’tir. 14 Ocak 2024 tarihinde Kraliçe II. Margrethe’nin kendi isteğiyle tahttan çekilmesinin ardından, oğlu Veliaht Prens Frederik, Kral X. Frederik unvanıyla tahta çıkmıştır. Danimarkalılar arasında oldukça popüler olan kral, halkın büyük çoğunluğunun desteğini almakta ve birleştirici bir kral olmayı hedeflediğini ifade etmektedir.

Danimarkalıların bugünkü varoluş düşüncesi, kendilerine odaklanarak insanın kendi özünü özgür seçimleriyle ortaya koyması gerektiğini düşünen Vikinglerin torunları olarak şekillenmiştir. Bunu en iyi ifade eden Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard’ın dediği gibi “var olmak kendin olmaktır.” Kierkegaard’a göre varlığın kendisi kendiliğinden önce geldiğinden, benlik henüz bitmiş değildir. Danimarkalılardaki benlik varoluşu, oluşmakta olan ve sürekli kendini yenileyen, yine kendine doğru aşma şeklinde devam eder. Bu oluşum, günümüz Danimarka siyaset yapısında kendisini hissettirmektedir.
Danimarka’nın özgür siyaset iradesi ve bilimsel çalışmalara önem veren, bilimden beslenen bir ülke olması sayesinde edebiyat, fizik, kimya, biyoloji alanında birçok bilim insanı Nobel ödülü almıştır. Bugüne kadar dünyanın en ünlü edebiyatçılarına ev sahipliği yapan Danimarka ile bütünleşen isim ise H.C. Andersen’dir. Kendi üstün yaratıcılığı ve hayal gücüyle, herkesin kendi geleceğinin masalını yazabileceği bir ülkedir Danimarka.
Ölü renklerin hakim olduğu mat, gri renkler insanı depresyona sokacak kadar baskın olsa da, yeşil renklerle bezenmiş doğası insanın içine bir nebze olsun moral ve huzur vermektedir. Danimarka, zıtlıkların anlamlı ve uyumlu olduğu nadir ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler Dünya Mutluluk Raporu’nda dünyanın en mutlu insanları olarak her zaman ilk beşin içinde yer alır.
Mutlu olmalarına rağmen, Danimarkalılarda güneş yüzünü fazla göstermediğinden depresyonun yanı sıra bazı fiziksel sağlık sorunlarından dolayı intiharlar azımsanmayacak kadar çoktur. Danimarkalıların büyük çoğunluğunun ateist ve deist düşüncede olmasına rağmen, kilise vergisi olarak adlandırılan vergiyi özgür iradeleriyle devlete ödemektedirler. Bir yandan demokrasinin gerekliliğini, eşitliği ve insan haklarını öne çıkaran söylemleri dile getirirken, öte yandan halk monarşiyi benimsemiştir. Kraliyet ailesinin önemi azımsanamayacak kadar büyüktür. Kadının toplum içindeki özgürlüğü o kadar gelişmiştir ki, kadınlar için hayal edilemeyecek özgürlükler ülkesi olmasına rağmen, halen kadın-erkek maaşları arasında belirli oranda eşitsizlik vardır.
Danimarka siyasetini geniş bir perspektiften ele aldığımızda; devletin yönetim şekli parlamenter temsili demokrasi, anayasal monarşi ve merkezi üniter devlettir. Tahtta hak sahipliği konusuna bakıldığında, tacın yapılanması geleneksel bir kural olarak karşımıza çıkar: kralın ya da kraliçenin ölümünden sonra mirasın en büyük çocuğa devrolması hakkı bağlamında şekillenmektedir.
Temsili demokrasinin yaşandığı ülkelerde olduğu gibi Danimarka’da da Kral X. Frederik’in imtiyazları, yetkileri, görevleri, hakları, özgürlükleri ve ayrıcalıkları Danimarka Anayasası’nda yer almaktadır. Günümüzde bu yetkilerin büyük bir kısmını Kral, parlamenter demokrasinin yürütme başı olan Başbakan tarafından kullanılması için vermiştir. Kral tarafından verilen anayasal imtiyazların başbakana verilmesindeki amaç, ülkedeki demokrasiyi korumak ve herhangi bir kesim veya kişiler tarafından demokrasinin kötüye kullanılmasının önüne geçmektir.
Danimarka devletinin sahip olduğu güç ve yetkiler tek bir elde toplanmaması için yasama, yürütme ve yargı organları arasında dağıtılmıştır. Bu makamların görev, yetki ve sorumlulukları Danimarka Anayasası tarafından belirlenmiştir. Danimarka’da bu üç unsurun devleti yönetmesi, bilimde kuvvetler ayrılığı olarak ifade edilirken; yasama organı parlamento ve meclis, yürütmeyi hükümet, yargıyı ise bağımsız mahkemeler icra eder.
Danimarka siyasi tarihine baktığımızda, küçük bir ülke olmasına rağmen Danimarkalıların kökleri Vikinglere kadar uzandığından, dünyada meydana gelen uluslararası olaylara müdahil olan bir ülkedir. Nüfus olarak Avrupa’da gözle görülür bir varlığı olmamasına rağmen, dünya siyasetinde “ben de varım” mesajını tüm dünyaya haykırır. Ortaçağ’da İskandinav bölgesinin en güçlü krallığına sahip olan Danimarkalılar, kendilerini Vikinglerin mirasçısı olarak görürler. Vikinglerin Avrupa, Britanya, İzlanda, Grönland ve hatta Kuzey Amerika’ya kadar uzanan fetih hareketleriyle gurur duyarlar. Bunun en önemli sebebi ise Vikinglerin özgür bir ruh yapısına sahip olmalarıdır.
Danimarkalıların tarihi kökeni Keltler ve Anglo-Saksonlar olup, İsveç’ten göç eden Norveçliler gibi Cermen ırkındandır. Danimarkalıların Zealand Adası’nda kurduğu devlet, ilk Danimarka devleti olarak kabul edilebilir. Kalmar Birliği, Avrupa’nın en güçlü devleti haline gelmesine ortam hazırlamıştır.

Tarih sahnesine çıktığı anda Avrupa devletlerinin korkulu rüyası olmuşlardı. Bu krallığın temelini Kral Gorm ve Harald Blåtand atmıştır. “Mavi Diş” anlamına gelen Blåtand unvanıyla bilinen Harald, Danimarka’nın günümüzdeki en eski hanedanlığına ev sahipliği yapmasına vesile olan ilk kralıdır. Harald Blåtand, 980 yılında ilk defa İskandinavları birleştirerek bir krallık kurmayı başarmış ve Alman misyonerlerin etkisiyle Hristiyanlığı kabul eden ilk kral olmuştur.
Ortaçağ Avrupası üzerinde siyasi egemenliğini hissettiren ve bugünkü devletlerin oluşmasında öncü olan Vikingler, 1397 yılında Baltık bölgesine doğru ilerleyen Alman prensliklerinin yayılışını engellemek amacıyla Kalmar Birliği’ni kurmuşlardır. Danimarka, İsveç, Norveç, İzlanda, Finlandiya, Grönland ve Faroe Adaları’nı feodal bir şekilde konfederasyon olarak bir araya getiren bu oluşum, askeri, ekonomik ve siyasi bir birlik meydana getirmiştir. Her türlü siyasi ve ticari ortaklıklar zarar getiri mantığıyla, İsveç 1521 yılında birlikten ayrılmıştır. Danimarka ile Norveç ise 1821 yılına kadar birliklerini sürdürmüştür.
Avrupa’daki Reform Hareketleri sırasında, Katolik Kilisesi’nde meydana gelen yozlaşmanın insanlar üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle dinde yeniliğe gidilmiştir. Sadece kilise değil, devletin de Tanrı’nın iradesiyle var olacağı düşünülmüş, kilisenin ve prensliklerin baskıcı gücü kırılmıştır. Danimarka, 16. yüzyılın başlarında Norveç ile birlikte Protestanlığa geçiş yapmıştır. İsveç halkının Katolik olması, bu devletleri din savaşları olarak nitelendirebileceğimiz bir sürecin içine almıştır. Bu durum her iki tarafın hem Avrupa’da hem de ülke içerisinde gücünün kırılmasına ve toprak kaybetmesine sebep olmuştur.
- 19. yüzyılın başlarında Napolyon Savaşları’nın etkisiyle Danimarka ve Norveç birliği bozulmuştur. Danimarka’da 1834 yılında parlamento kurulmuş, 1849 yılında ise mutlak monarşiden kralın başında olduğu anayasal monarşiye geçilmiştir. Kral VII. Frederik, liberallerden gelen devrim yanlısı görüşleri dikkate alarak 5 Haziran 1849’da Danimarka’nın ilk anayasasını ilan etmiş, böylece otokrasiden anayasal monarşiye ve daha sonra demokratik bir hükümet biçimine geçişi sağlamıştır.
Danimarka’nın bu anayasasının arka planında, 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’nın çoğunu karakterize eden devrimci, demokratik ve ulusal siyasi akımların etkisi görülmektedir. 22 Mart 1848 – 16 Kasım 1848 arasında kurulan ilk Danimarka hükümetine “Mart Bakanlığı” denilmiştir. Kurulan ilk hükümette Moltke hem Başbakan hem de Maliye Bakanı olarak görev yapmış, içişleri bakanlığı ve dışişleri bakanlığı şeklinde görev dağılımı yapılmıştır.
Danimarka Anayasası, Belçika ve Norveç anayasaları ile birlikte, Fransız hukukçusu Montesquieu’nun ortaya koyduğu kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiştir. Bu ilke, yürütme, yasama ve yargı erklerinin üçlü ayrılığını öngörmektedir. Bu tasnifin temelinde, yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbiriyle olan uyumlu ilişkisi yatar. Bu düşünceyi uygulayan Danimarka, demokratik sistemlerin işleyişi açısından sorun yaşamamaktadır. Çünkü her kuvvetin diğerlerinden bağımsız olması, denetim ve denge mekanizmalarını güçlendirmektedir.
1849 Anayasası’nı incelediğimizde, Danimarka nüfusunun yalnızca %15’i oy kullanma hakkına sahipti. Sivil özgürlükler, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünün yanı sıra mülkiyet haklarının dokunulmazlığı ve keyfi tutuklamaların yasaklanması anayasal güvence altına alınmıştır. Evangelist Lutheran Kilisesi, Danimarka’nın ulusal kilisesi olarak resmen anayasada yerini almıştır. 1915 yılında kadınlara oy kullanma hakkı tanınmıştır. Bugün halen yürürlükte olan Danimarka Anayasası, 1953 yılında IX. Frederik döneminde tek meclisli parlamento sistemi ile kabul edilmiştir. Danimarka Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’na katılmamış, ancak İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya tarafından işgale uğramıştır.
Danimarka’da Monarşiden Temsili Demokrasiye geçiş sürecinde, 1849’da ilk demokratik parlamentosu kurulduğunda henüz siyasi partiler yoktu. Parlamento üyeleri yalnızca kişisel nitelikleri ve görüşleri temelinde seçilirdi. Anayasada partiler olmadığı için, seçilen üyelerin seçmenlerin bağlayıcı yetkilerini yerine getirmeleri gerektiğini vurgulamaları önemliydi.
Danimarka’nın bu anayasasının arka planında, 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’nın çoğunu karakterize eden devrimci, demokratik ve ulusal siyasi akımların etkisi görülmektedir. 22 Mart 1848 – 16 Kasım 1848 arasında kurulan ilk Danimarka hükümetine “Mart Bakanlığı” denilmiştir. Kurulan ilk hükümette Moltke hem Başbakan hem de Maliye Bakanı olarak görev yapmış, içişleri bakanlığı ve dışişleri bakanlığı şeklinde görev dağılımı yapılmıştır.
Danimarka’da 1849 ile 1953 yılları arasındaki Rigsdagen döneminde, farklı kesimlerin oluşturduğu partiler siyasi arenaya çıkmıştır. Liberal Sol (Venstre) ve Muhafazakar Parti (Konservativ) ilk partiler olarak kulüpler şeklinde ortaya çıkmış, 1870’te ise Sosyal Demokrat Parti kurulmuştur. Rigsdagen adı verilen iki başlı yönetim, 1953 yılına kadar ekonomik, sosyal ve siyasi statü olarak farklı iki kesim tarafından yönetilmiştir. Parlamento, çiftçiler, eğitimliler, zengin esnaf ve sıradan halktan oluşurken, Landstinget (bölge meclisleri) eski aristokrat sınıfından gelen kişiler tarafından yönetilmiştir.
Birleşik Sol (Venstre) çiftçileri, Muhafazakar Halk Partisi (De Konservative) ise toprak sahiplerini temsil etmiştir. Sosyal Demokrat Parti işçileri temsil ederken, bu parti Rigsdagen dışında kurulmuş ve parlamentoya üye seçilmesinden önce 13 yıl varlığını sürdürmüştür. 1871 yılındaki ilk parti oluşumlarında, Muhafazakar Halk Partisi, Birleşik Sol ve Sosyal Demokrat Parti milletvekilliklerine sahip olmuş ve yerel teşkilatlanma altında şubeler açılmaya başlanmıştır.
Anayasa öncesi dönemde Danimarka’da kral; yoksullar, yetimler ve dullar için koruyucu politikalar geliştirmiş, eğitimin yaygınlaşması ve devlet eliyle ücretsiz sunulmasına katkı sağlamıştır. 1848 yılından bu yana parlamenter monarşiye dayalı çok partili demokratik siyasal sistem uygulanmaktadır. Halkın katılımını sağlamak amacıyla kararlar Danimarka Millet Meclisi, bölge kurulları ve Belediye Yönetimlerince alınmaktadır.
Danimarka’daki Kuvvetler Ayrılığının Monarşi İçinde Özümsenmesi
Demokratik parlamenter sistemlerde devletin çatısını yasama, yürütme ve yargı oluşturmaktadır. Danimarka’da yasama görevi kral, kraliçe ve Meclis’in elindedir. Yürütme görevi kralda, yargı ise mahkemelerin elindedir. Kuvvetler ayrılığı, güçler arasındaki dengelerin güvenliğini sağlamakta ve bir kurumun diğerinden daha güçlü olmasını engellemektedir. Kral X. Frederik’in dahi müdahale edemediği tek erk yargıdır.
Bilindiği gibi yasama erkini parlamento ve meclisler, yürütme erkini başbakan ve bakanlar kurulu, yargı erkini ise bağımsız yargıçlar kullanmaktadır. Bu üç erk eşit koşullarda ve birbirine mesafeli ve saygılı bir biçimde görevlerini yerine getirir. Bu üç erk arasında öncelik ya da üstünlük söz konusu değildir.
Danimarka yönetsel yapısının tarihsel gelişimi incelendiğinde, devletin geçmişten günümüze kadar olan süreçte başlıca siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik koşullardan etkilendiği görülmektedir. Devletin konumu ve işlevleri, her dönemde farklı özellikler gösterse de, Danimarka tarihinde değişmez tek asli amacın ulusal birliğin sağlanması olduğu söylenebilir.
Danimarka devletinin sahip olduğu siyasi güç ve yetkiler anayasanın içerisinde belirlenmiştir. Danimarkalıları devlete karşı korumak için devletin hukuk kuralları, anayasal ve yasal normlar ile sınırlandırılmıştır. Hükümet ve kabine faaliyet toplantılarının tutanaklarının birer kopyası kral tarafından alınmaktadır. Kral yılda en az 6-8 defa kabineyi huzuruna kabul eder. Bu toplantılarda hükümetin gündemindeki meseleler tartışılmakta ve bu konularda Kral’ın görüşü alınmaktadır. Kral’ın özel sekreteri, herhangi bir siyasi parti üyesi olmayan ve hükümet ile iletişim kanallarını sağlayan kişidir.
Danimarka’nın tarihsel sürecinden anlaşılmaktadır ki, ülkede iyi işleyen bürokrasi, rasyonaliteye bağlı olarak değil, mutlak monarşi ve krala sadakatle başlamıştır. Anayasada sadakat, memurları kendi içinde tutarlı bir rasyonaliteye sevk etmiştir. Mutlak ve kalıtsal monarşinin yerleşmesinde Protestanlığın etkileri görülmektedir. Bu nedenle hem rasyonel bürokrasi hem de Protestan ahlakı anlayışının anayasal devletten çok önce yerleşerek Danimarka’nın modernleşmesinde etkili olduğu görülmektedir.