SEBAHATTİN ÇELEBİ
“Biz, mezarlarımızı kazıyoruz
Kendi kendimizi gömüyoruz
Hem mezarcı olmak,
hem de cesetlerden biri olmak zorundayız.“ [1]
1920 yılının kış aylarında yerin yüzlerce metre altında “kara elmas” denen değerli siyah taşı çıkarmaya giren işçilerin şarkısı bu mısralarla başlıyordu…
İşçi hakları, endüstriyel devrim ve hele hele de Moskova’daki Ekim Devrimi’nden sonra daha bir anlam kazanıyordu bu mısralar.
İngiliz enerji devi BP verilerine göre, 1980 ve 2008 yılları arasında 11.300 milyon ton petrole eşdeğer enerji tüketildi. Kömürün yanısıra, doğal gaz, su gücü ve atom enerjisi petrolden sonra en çok tüketilen enerji kaynaklarıydı. 2008 yılında bütün ikincil enerji tüketimi arasında kömür, yüzde 29,2’lik bir oranda idi. [2]
Yaklaşık 900 yıllık bir maceraydı insanoğlunun kömür macerası…
Hatta efsaneleştirilmişti bile. Ruhr bölgesinde koyunlarını güden genç bir çoban, kayalık bir arazide ateş yakmış, ertesi gün odunlar yanıp kül olmasına rağmen, garip bir şekilde ateş yanmaya devam etmişti. Durumu anne babasına haber veren çobana inanmayan ailesi, gidip gözleriyle görünce bulunan şeye “kömür” ismini vermişlerdi. [3]
Kulaktan kulağa anlatılan bu kömür efsanesi, kullanışlı bir isim de kazandırmıştı: “Siyah mucize!”
Doğru olup olmadığı bilinmeyen bu efsane bir yana, Ruhr bölgesinin kuzeyinde bir yerde ilk kez Ortaçağ’da kömürün bulunduğu biliniyor. Elde pek kayıt olmamasına rağmen, özellikle 12. Yüzyılın ileri dönemlerinde bugün Belçika sınırları içinde yer alan Lüttich yakınlarında kömür madenlerinin olduğu biliniyor.
Yine aynı dönemlerde Almanya’nın Aachen kenti yakınlarında da kömür ocakları açıldı. Bugün kömür madenleriyle meşhur olan Ruhr bölgesinin kömürü keşfetmesi ise 1370’e dayanıyor.
Tarih içinde birçok toplum tarafından kullanılan kömür, aslında Çin seyahatinden dönen Marco Polo (1254-1324) tarafından da anlatılıyor. Odun gibi yanıcı siyah bir maddeden bahseden Marco Polo, belki Miladi 1000 yılları öncesine dayanan kömürden bahsederken, bugünlerde oldukça gündemde olan Christoph Kolumbus’un Amerika kıtasında ulaşmasından çok önce Amerikan yerlilerinin ülkenin güney batı bölgelerinde kömürü bildikleri kaydediliyor. [4]
Oldukça zorlu şartlarda çalışıldığı için yerin altına adeta santim santim inen madenciler, 1350’de yerin ancak 120 metre altına inebilmişlerdi. 80 metre daha aşağı inebilmeleri için tam 100 yıl geçmesi gerekecekti. Kömürün 200 metre yukarı çıkartılabilmesi için ise vinçler, halatlar, kovalar ve kürekler kullanılıyordu. İlerleyen yıllarda atların yardımıyla ülkeye dağıtılan kömür, 14. Yüzyılın ikinci yarısından sonra gemilerle ülkenin sahil kıyılarına nakledilmeye başlandı. İşin gerçeği, kömürü yeraltı suları ile ıslandığı için sudan arındırmak, kurutmak, yukarı çıkarmak bir dert, dağıtmak ise bir başka dertti. Ülke geneline dağıtmak için yeterli kömür çıkarılamıyordu. 15. Yüzyılda tekniğin biraz daha gelişmesiyle yer altı sularını yönlendirmek için özel tüneller açıldı. Suyun yönlendirilmesiyle maden işçileri için çalışma şartları nispeten kolaylaştı. Ancak yine de bazı tüneller, çocukların girebileceği büyüklükteydi.
Ortaçağın son dönemlerinde bütün Avrupa ticaret ve ekonomik olarak büyük bir gelişim gösterince, daha uzun süreli enerji kaynaklarına ihtiyaç da arttı. Odun sınırlıydı ve prodüksiyon da ciddi anlamda artmıştı. İlk olarak 1750’de Prusya Krallığı, Ruhr bölgesini daha verimli kılacak adımlar attı. Kömür gücüyle çalışan gemilerin 65 km’lik bir mesafeyi kat edebilmesi için 16 saate ihtiyaçları vardı. Su üzerinde kömür nakliyatı, kıyı yollarında ve caddelerde kömür depolama alanları oluşmasına sebep oldu. Daha 1750’de, kömür madeni işletmecileri işten çıkarma, maaş, çalışma saatleri ve kömür satış fiyatları konusunda otoriteyle sözleşme imzalamaya mecbur bırakıldı. İşçi güvenliği o yıllarda pek de bilinen bir şey değildi.
Takvimler 1800’lü yılları gösterdiğinde, insanoğlu demir yolunu keşfetmenin verdiği hazla transport alanında dev adımlar atacaktı. 1825’te sıcak enerjiden hareket üretmeyi başaran kaşifler, farkında olmadan kömür madenciliğinin de büyümesine destek oldular. Zira, tek geçerli enerji kömürdü ve maalesef yerin yüzlerce metre altından çıkarmak gerekiyordu. 1801’de Dolunay Minesi adı verilen ilk buharlı makina Ruhr maden ocaklarına yerleştirildi. Bir başka dönüm noktası ise, yer altı sularının çok daha hızlı ve kolay bir şekilde yeryüzüne pompalanmasını sağlayan sistemlerin kurulması idi.
Teknolojinin bu harikulade desteğiyle, kömür üretimi tarihi rekorlar kırdı Ruhr bölgesinde. 1839’da yıllık kömür üretimi milyon tonlar sınırına ulaşmış ve 1853’de 2 milyon tondan fazla üretim gerçekleştirilmişti. Kömür, artık enerji sektörünün tek ve en büyük aktörüydü. Özellikle de savaşan ülkeler için kömürün bir başka anlamı daha vardı. Çeliği eritmek, şekillendirmek için gereken enerjinin anahtarı idi kömür. Danimarka’ya karşı savaşan Prusya Krallığı için daha ayrı bir anlamı vardı bu yüzden kömürün. 1871’de şaşırtıcı boyutlara ulaşan kömür üretimi, 114 milyon tona ulaşmış, çalışan işçi sayısı ise 440 bini bulmuştu.
Kömür sektörü bu tarihten sonraki en büyük sıçrayışını ve gelişimini 1950’li yıllarda yapacaktı. 1957’de 600 binin üzerinde maden işçisinin geçim kaynağı olacaktı kömür. Öyle ki, 1956’da yüzde 2,2 seviyesinde olan işsiz oranı, 1961’ye kadar süren yıllar içerisinde yüzde 0,2’ye kadar düşecek ve büyük bir istihdam sağlanacaktı. Almanya’da çalışan nüfus 21 milyon 299 bin iken, işsiz sayısı sadece 83 bin olacaktı 1962’de. [5]
Ancak tehlike çanları da çalmıyor değildi. Çin, Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin yanısıra, uzaklardaki müttefik Amerika Birleşik Devletleri de kömür madenciliğinde söz sahibi olmaya başlıyorlardı. Özellikle gemi taşımacılığının oldukça uygun olması, üretilen kömürün pazarlanmasını da kolaylaştırdı ve ithal kömür ile beraber diğer bir enerji kaynağı olan petrol Almanya’da satışa sunuldu. Öyle ki, ilerleyen zamanlarda, 1958 Almanya’sında petrole olan talep, milli üretim olan kömürü geçecekti.
Kömürü yer altından çıkarmak, rakiplere göre oldukça da dezavantajlıydı. 1960’ta Almanya’da kömüre ulaşmak için 644 metre derine inmek gerekirken, Amerika’da sadece yerin 100 metre altından kömür çıkarmak mümkündü. [6]
“Herkes için refah” adıyla daha sonra kitap yazacak olan Başbakan Ludwig Erhard’ın ekonomide yakaladığı büyük performans 1958’de birden sarsıntı geçirdi. O yıl beklenmedik bir şekilde Ruhr bölgesinde ocaklar kapanmaya başladı. Almanya genelinde 10 yıl içinde 78 ocak kapanacak, çalışan işçi sayısı da 60’da 505 bin iken, 70’te 242 bine düşecekti. Kuşkusuz bunda başka faktörler de vardı. Yeraltı çalışma şartlarının ağırlığından dolayı birçok işçi başka meslekler yapmak üzere yer yüzünde şanslarını denemek istemişlerdi. Yerin altında ekonomi sarsılırken, Almanya tarihin en önemli ekonomik gelişimlerinden birini yaşıyordu. Karanlık dehlizlerde çalışan işçiler içinde “umut” anlamına geliyordu bu kalkınma.
İlerleyen yıllarda kömür madenciliği sektörü için hiç de parıltılı olmadı. Büyü bozulacaktı artık ve 1990’a gelindiğinde çalışan işçi sayısı 134 bine 99’da ise sadece 69 bine düşecekti. 1960 ila 1980 yılları arasında 146 olan kömür ocağı sayısı 39’a, 2000’de ise sadece 12’ye düştü. Bugün bunlardan da sadece 8’i halen çalışır durumda. 1957’de 150 milyon ton olan talep, 2006’da sadece 20,7 milyon tona kadar düştü.

Madenciler işsiz kaldı
2008 verilerine göre, Avrupa’da 272,2 milyar ton kömür rezervi olmasına rağmen, sektör kan kaybetmeyi sürdürdü. [7]
Kömürün uluslararası piyasada bu kadar değer kaybetmesi ve önemini yitirmesi birçok madencinin işini kaybetmesine yol açtı. 1950’de Almanya madenlerinde 610 bin işçi çalışırken, 1994’te bu rakam 100 bine, 2007’de ise 35 bin 658’e kadar düştü. Almanya, 2018’e kadar bütün madenleri kapatmayı planlıyor. Madenciler yer altından kara elması çıkardığı sürece üretici firmalar yeraltı içme suyu kaynaklarının zarar görmemesi için, çeşitli önlemler almak zorunda kalacak. Maden ocaklarında çıkan tuzlu suyun, içme suyuna karışmasını önlemek amacıyla, tüneller ve kuyulardan su çıkarmaya devam edecekler.

Avustralya gibi dünya piyasalarına kömür sevkiyatı yapan ülkelerde durum biraz daha farklı. 1960’lardan itibaren kömür madenciliği uzun süre, büyük miktarlarda sübvanse edildi. Saarland bölgesinde son maden ocağı 2012’nin ortasında kapanırken, 2018’de Bottrop’taki çalışan son maden ocaklarının kapanması da karara bağlanmış durumda. Ayrıca Avrupa Birliği’nin üye ülkelere önerdiği yeni düzenlemeler yaklaşık 27 bin madencinin çalıştığı Ruhr ve Saar bölgesinin yanısıra Kuzey batı İspanya ve batı Romanya’daki maden ocaklarını da yakından ilgilendiriyor. Avrupa genelinde yaklaşık 100 bin madencinin halen çalıştığı ocaklara 2003 yılında, yıllık 6,4 milyar Euro kurumsal yardım yapılırken, 2009’da bu rakam 2,9 milyar Euro’ya düştü.
Avrupa Birliği, daha temiz ve daha doğal enerji kaynaklarını teşvik ettiği için, özellikle işçi güvenliği ve çevre duyarlılığı sebebiyle kömür üretimine sıcak bakmıyor. Çevreyi kirleten enerji kaynakları yerine, temiz eneri kaynaklarına ilgi her geçen gün artıyor. Bunların başında da güneş enerjisi ile hidro termal enerji geliyor. Özelikle hidro termal enerji yer kabuğu altındaki belli bir mesafedeki sıcaklıktan yararlanmak suretiyle elde edilen enerji ki, bugünlerde Avrupa’da bu konuyla ilgili ciddi çalışmalar yürütülüyor, evlerini bu sistemle ısıtmak isteyen kişilere özel teşvikler uygulanıyor.
Kömür Avrupa Birliği’ni doğurdu
Almanya’nın sahip olduğu kömür ve çelik yatakları Avrupa Birliği’nin kurulmasına da dolaylı yollardan vesile oldu. Nazilerin savaş yenilgisinin ardından özellikle Ruhr ve Saar bölgesindeki ocakları işgal etmeyi isteyen iç kuvvetlere karşın Fransı Dişişleri Bakanlığı ardından da Başbakanlığı yapan Robert Schuman’ın yaptığı açılım bugünkü bildiğimiz Avrupa Birliği’nin temellerini oluşturan en önemli adımlardan biriydi. Daha sonra Schuman Planı adıyla anılacak ilkeleri savunan Schuman, savaşta yenilen Almanya ile ticarete dayalı bir ilişki kurmayı tercih etti ve bu yönde ciddi adımlar attı. Kömür üreten ülkeleri birlikte hareket etme durumunda bırakacak anlaşma, olası bir savaşı önlemek gibi bir misyona da sahipti. [8]
1951’de imzalanan antlaşma Paris Antlaşması’yla Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarihi değiştirecek bir adımı attılar. Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı verilen bu birlik, daha sonraki yıllarda isim değiştirecek ve Avrupa Topluluğu ismini alacaktı.
1300’lü yıllarda koyunlarını güden o çobanın bulduğu “efsane”, adamı hem “mezarcı” hem de “ceset” yapan kara.. kapkara bir şeydi işte.
[1] Lied der Bergarbeiter, in: https://www.deutsche-revolution.de, 2006.
[2] Verteilung der nachgewiesenen Kohle-Reserven | bpb.
[3] Claudia Kracht: Steinkohlebergbau, 2012.
[4] John Tabak: Coal and oil, New York 2009, S. 4.
[5] Ludwig. Erhard, Wolfram Langer: Wohlstand für alle, Köln 2009, S. 99.
[6] Kracht [Anm. 3].
[7] [Anm. 2].
[8] Servet Çetin: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu | AVRUPANALİZ.