Bugünlerde, Türkiye’nin siyasi koridorlarında esen rüzgârlar, aklımıza binbir sorunun gelmesine sebep oluyor. Abdullah Öcalan, AKP ve barış görüşmeleri yeniden masada. Ama bu masanın ayakları sağlam mı, yoksa yine bir fırtınayla devrilir mi, onu kestirmek zor. Erdoğan’ın derin hesapları, ölünceye kadar başkan olarak kalma ve ailesini güvende tutma endişesini dikkate alınca karşımıza bir yığın soru çıkıyor.
Hikâye yeni değil aslında. 2013’te, “Çözüm Süreci” diye bir umut doğmuştu. Abdullah Öcalan, İmralı’daki hücresinden mesajlar gönderiyor, AKP hükümeti bu mesajları bir barış yol haritasına çevirmeye çalışıyordu. O günlerde hava başkaydı; silahlar susacak, dağdan inişler olacak, Kürt sorunu belki de tarihin tozlu raflarına kalkacaktı. Öcalan’ın Nevruz’da okunan mektubu, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyordu. Hükümet kanadından da cılız da olsa bir iyimserlik vardı. Heyetler gidip geldi, Sırrı Süreyya Önder’ler, Ahmet Türk’ler İmralı’nın yolunu aşındırdı. Ama o masa, 2015’te, hendek çatışmalarıyla, bombalarla, karşılıklı suçlamalarla devrildi. Barış umudu, bir yaz yağmuru gibi geldi, geçti.
Şimdi, 2025’te, yine bir barış fısıltısı dolaşıyor. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Öcalan’a “Meclis’te konuş” çağrısı yapması, kimine göre bir milat, kimine göreyse bir oyun. AKP’nin sessiz ama derinden desteği de cabası. Öcalan’ın yeğeni Ömer Öcalan, amcasıyla görüşüp “Çatışmayı hukuki zemine çekecek gücüm var” mesajını getirdi. DEM Parti heyeti koşturuyor, CHP’den Özgür Özel “Meclis öncülük etsin” diyor. Sanki bir şey oluyor, ama ne? Eniştemin öpücüğü gibi, beklenmedik bir hareket bu. Peki, bu defa barış tutar mı, yoksa yine yarı yolda mı kalır?
Geçmiş, pek iyimser olmamızı sağlayacak bir tablo sunmuyor. Çözüm Süreci’nin çöküşü, güven eksikliğinden beslendi. Öcalan’ın örgütü üzerindeki etkisi tartışılsa da, PKK’nın sahada kendi dinamikleri vardı. Hükümet, reform sözlerini tutmakta ağır kaldı; Kürt tarafı ise silah bırakma konusunda net bir adım atmadı. Üstüne, 2015’teki seçim hesapları, Suriye’deki kaos ve iç politikadaki kutuplaşma, masayı dağıtan rüzgâr oldu. Bugün de benzer gölgeler var. Bahçeli’nin çıkışı cesur, ama iktidarın niyeti ne kadar samimi? Öcalan barışı istiyor mu, yoksa bu bir zaman kazanma taktiği mi? PKK’nın Kandil’deki liderleri ne der, DEM Parti ne kadar etkili olur?
Sorular çok, cevaplar bulanık.
Barış, bir öpücük kadar basit değil elbet. Toplumsal mutabakat lazım, şeffaflık lazım, karşılıklı adım lazım. Geçmişte, masa devrildi, kan aktı. Şimdi de eğer bu süreç, halka anlatılmaz, sadece üst düzeyde bir tiyatro olarak kalırsa, başarısızlık ihtimali yüksek. Öcalan’ın gücü, hükümetin iradesi, muhalefetin desteği bir yana; sokak ne diyor, asıl mesele o.
Erdoğan’ın Suriye’deki değişen atmosferin etkisi ile “İçerdeki Kürtleri kazanalım, orada kurulabilecek bir Kürt devletine sempati ve zemin oluşturmayalım” korkusunu anlamak mümkün. “Emperyalistlerin oyunlarını bozacağız” dedikten çok kısa bir süre sonra, ülkesinde Kürtlerin yaşadığını farketmesi ve “barış”tan söz etmesi oldukça manidar.
Bu sefer Erdoğan, maşa olarak MHP liderini kullanıyor. Ne söyleyecekse ona söyletiyor ve tabiri caizse, halka “Benim hiçbir şeyden haberim yok” mesajı vermeye çalışıyor. Tıpkı ilkinde olduğu gibi… Suçu birkaç AKP’li bakanın üstüne yıkıp, elini yıkayıp çıkmıştı Erdoğan.
Tarih, bize pek insaflı davranmadı; bu defa farklı olur mu, bekleyip göreceğiz. “Enişte”nin durduk yerde ortaya attığı bu “barış” öpücüğünün, ölünceye kadar iktidarda kalmak için mi, yoksa hakikaten “barış” istediği için mi olduğunu bize zaman gösterecek.