ERDAL ÇOLAK
Bugün duygu yüklü bulutların üzerime sağanak sağanak yağan düşüncelerinden dolayı üst üste binen duygular var içimde. İnsan yüreğine düşen aşk, sevgi, öfke, üzüntü, kaybetme korkusu ve her şeyin üst üste gelmesi gibi pek çok sebebin birleşmesi sonucu yaşadığım duygusal bir iklim bu. Tıpkı bir iklim gibi hiçbir zaman durağan olmayıp devamlı hareket halinde olan, hiç yok olmayacak duygular…
Çok erken uyandım. Uyandığımda ortalık aydınlanmamıştı. Belki de ilk defa deliksiz bir uyku çekmiştim. O da ne demekse, deliksiz uyku… Uyanınca içimde büyük bir ferahlık, huzur hissettim. Belli ki epifiz bezim tarafından salgılanan melatonin ve uyku döngüsünü biyolojik saatim iyi ayarlamıştı. Aynada gülümsüyorum. İnanın bana yabancı bu sahte gülüşüme, yalanda olsa şaşkınlık içinde kendime bakıyorum. Aynada kendime bakarken musluğun sesine bir de kalbime kulak kesiliyorum. Kalbimi uçtaki atardamarımdan hissedebiliyor, suyun gürültüsüyle birlikte nabzım bir azalıyor bir hızlanıyordu.
İçimdeki bilemediğim bir hevesle, bilemediğim bir tutkuyla kendimi dışarı attım. Evin arka tarafındaki bir yolda ilerlerken düşüncelere daldım. Düşünceler, duygular ağırlaştı. Omuzlarımda bir şeylerin yokluğunun ağırlığı binmişti herhalde. Yerler hafif ıslaktı, etrafta küf kokusu vardı. Yerlere dökülen can alıcı renkli ağaç yaprakları ıslanınca küf kokmuştu. Doğa, her yerde bir renk cümbüşüyle doyumsuz bir göz ziyafeti sunuyordu. İşin arka planında yaprakların ölümü vardı ama görünen yüzü renk cümbüşüydü.
“Keşke doğa ile birlikte sen de yanımda olsan sevgili!” diye düşünüyor insan… Doğa, her şeye inat, kendini mucizevi bir değişimle bahar havasına hazırlıyordu. Tabiat, hâl diliyle benim için ölüm yok diyordu. Çünkü bir şeylerin ölümü, başka bir şeylerin doğumuna sebep oluyordu. Mesela rüzgârla savrulan tohumlar, ait olduğu bitkiden ayrılıp ölüyor ama başka bitkilerin doğumuna sebep oluyordu. Var olmak için bir yok oluş değil miydi bu?
Bir döngü vardı. Bahardan, yazdan ayrılır dünya; geceden, gündüzünden ayrılır. Tekrar eder durur amansızca sadece. Bu zaman içinde aşklar, sevgiler, ızdıraplar, kısaca her şey yaşanırdı. Bu doğa, çiçeklerin mavi, kırmızı ve mor renklerinden sorumlu olan polifenolik bileşikleri, kendi kimyasında barındırdığı aşk ve sevgi sayesinde dokunduğu her yaprağa sevgisini dağıtır. Böylece çiçekleri alev kırmızısına ve eflatun rengine boyarken aşkın rengini de anlatır aslında…
Yürürken uzaktan hayali bir gölge gibi gözüken yaşlı bir çift gördüm. Belli belirsiz bu yoldan ilerliyorlardı. Yılların verdiği ayrılık acılarıyla yorgun ve yaralı gibi yürüyorlardı. Onlar için hüznün, ızdırabın, kederin mevsimi sonbahar gelmişti. Ruhun yaprak yaprak dallarından ayrıldığı günlerin aylara, ayların yıllara gebe kaldığı, yılların bedenlerinde, ruhlarında, gözlerinde biriktirdiğini gözyaşları ile akıttığı her hallerinden belliydi.
Hava hafif rüzgârlı, yağmurlu ve karanlıktı. Gözlerimi kısarak önümdeki yola baktım. Yol, benim içim gibi dar, virajlı, çamurlu ve ağaçlarla çevriliydi. Bundan ürpererek olmayan huzurum kaçtı. İlerledikçe yol daha da daralmış, nefesim kesilmiş, yüreğim karanlık duygulara gebe kalmıştı.
Bu düşüncelerle birlikte birçok solgun, renksiz düşünce yüreğimden beynime hücum etmeye başladı. Düşünceler, söğüt ağacının dallarından yemlerin üzerine üşüşen güvercinler gibi beynimin içinde toplanıyordu. Bu karmaşada ruhum uyuşmuş, bedenim sarhoş gibiydi.
Yüreğimin penceresinden giren tan ışığıyla yeni yeni duygularım aydınlanmaya başlamıştı. Çünkü sabaha kadar düşünmüştüm. Yüreğimin odasında bana yetecek kadar ne nefes ne de ışık vardı. İçinde ağır bir hava ve dört bir yanda eski duygular, hisler, düşünceler… Yığın halinde duran bu duygu ve düşünceler, karmakarışık, içinden çıkılmaz ve üst üste yığılmış bir yalnızlığı çağrıştırıyordu.
Ben yandım, sen yanma ey sevgili! Bu aşk bende doğmadı, senden doğdu. Senin sayende ben doğdum. Seni arıyorum ey sevgili! İçimdeki sesi, yüreğimdeki fırtınayı dindiremiyorum. Bu odada gecenin ve gündüzün ortasında, dört duvar arasında, küçük bir ormanda, ağaçların arasında, dipsiz kuyularda seni arıyor; yalnızlığınla demleniyorum.
Aşk, iradenin var olduğu yer. Aşk, hasretlik, özlem olduğunda bir tür karanlık, bilinçsiz ilk kudret gibi bir şey… Bu aşkın biricik özelliği özlem. Dahası arzu etmek, sevmek. Aşk da insanın özlem isteği de sadece kendisi. Var oluş ile yok oluş arasındaki dürtü… İçgüdüsel olarak yaşama, var olma isteği…