Oldum olası severim masalları, masallarımızı. Kış günleri kimi zaman bizim evde, karşımızdaki Dişçi Yusuf’un evinde, Meryem Abla’dan ya da Gülizar Abla’nın masalları ile büyüdük. Bunlar bizim hayal dünyamızı geliştiren çoğunun sonu mutlu biten, uzun kış gecelerimizin en güzel eğlencelerindendi. Bastık, kuru üzüm, kuru dut, ceviz de bu masallara eşlik ederdi.
Şimdi büyüdük, masallarımızda, kahramanları da, içinde geçen olaylarda çok değişti. Bilmem ben de komşu kadınları Meryem ve Gülizar ablalar gibi güzel anlata bilir miyim? Ama deneyeceğim. Kim bilir sizin de duyduğunuz, yaşadığınız olaylara benzerlik gösterecektir. Anlatacağım masal ve kahramanları kim bilir?
Bir zamanlar, kimine göre Orta Doğu’da kimi için Avrupa’nın doğu ucunda kimisi için de Asya’da bir devlet varmış. Bu nasıl devlet der gibisiniz. Ama gerçekten de öyle jeopolitik yapısı ve konjonktür denilen, kısacası bir ülkenin ekonomik hayatının yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği inişli çıkışlı, dalgalı hareketlerine göre, ülkede yeri değişip duran bir ülkeymiş.
Gün gelmiş 60 yıl kapısında beklemekten bıkılan Avrupalı, kimi zaman “dünya 5’ten büyüktür” deyip, Çin’e maçine bel bağlayan, bazen de Araplara ve coğrafyalarına olan hayranlık sebebiyle ülkenin yerinin değişmesi sebebiyle, ait olduğu coğrafyayı kestiremedim. Bu ülkede kimi ekmek derdine düşmüşken, kimi ekmek yerini pasta yiyormuş.
Ülkede bir gün, bir kaç akıllı, bu “adaletsiz” gidişata kızmış ve bir masa etrafına oturarak kendilerince çözüm aramaya başlamışlar. Bu masa etrafında, başta iki, sonra üç, derken, bu sayı zamanla altıyı bulmuş. Bu masaya, başta basın ve halkın bir kısmı “altılı masa” demeye başlamışlar. Bu masadakiler mütemadiyen toplantılar yapıp kararlar alırlarmış. Metinler yayınlanırmış.
Masaya, eskiden “hükümdarın sirkinde” çalışan iki kötü “hokkabaz” da eklenmiş. Başka yerde olsalar iki koyunu dahi güdemeyeceklerini kendileri bilseler de bu masada kendilerine yer bulmuş bu iki kötü hokkabaz. Hele bu iki hokkabazdan biri varmış ki, arada “bir konuşursam yer yerinden oynar” gibi sözlerle, boyundan ve toplumdaki karşılığından daha büyük laflar edermiş.
Öyle düzenli toplanıp, disiplinli görünüyormuş ki bu masadakiler; halkın saf ve iyi niyetli bir kısmı umut beslemeye başlamışlar. Hükümdar bir gün bir karar aldığını söyleyivermiş. Neymiş bu kararı sorar gibisiniz. Seçim! Seçimi gösteriş, şaşaa ile yapan hükümdar, sarayında çalışanları, dışarıdaki destekçilerini, şakşakçı ve adlarına troll denilen parayla köşe sahiplenenlerin tamamını bu seçimler için seferber etmiş.
Buna rağmen ülkede yaşayan, uyutulmuş, büyük bölümü afyon bağımlısı Tebaa, Halk olduğunu sanarak “Ne mutlu bize böyle demokrat bir hükümdarımız ve demokrasi ile yönetilen bir ülkemiz var” diye sevinç nidaları atıp, akşamları kendilerine “muhalif” denilen TV kanallarında bir takım kravatlı adamlarca tartışıp durmuşlar.
Bu altılı masadakiler kendilerini o kadar inandırmışlar ki; şu ilçe senin, bu il benim, hummalı bir seçim çalışmasına girmişler. Halkın bir kesiminde bir umut oluşmuş ki sormayın gitsin. Üstüne üstlük bir de seçim sonuçlarını ölçen araştırma şirketlerinin sonuçları bu ümitleri havalandırmış. Kimi 2 puan derken, diğeri azıp, 6 puan hükümdardan önde göstermez mi bu altılı masayı ve adaylarını.
Ama tüm umut bağlayanların, masada ki 5 oturanın ve halkın unuttuğu biri varmışsa rengi gibi düşünceleri de değişen bir kadınmış bu. Seçime çok az bir süre kala masadaki bu kadın altına işemiş. Ve masadan kalktığını, hışım dolu sözlerle ulu orta yerde anlatmış. Oysa masadakilerden hiç kimse, bu saç rengi gibi fikirleri değişen kadına, masadaki içeceklerden içmesi için zorlama ya da baskı yapmamış, bilakis masada ne var ne yok tüm içeceklerden kendi isteği ile içmiş, sonucunu ise masadakilere yüklemiş.
Başta gösterdikleri aday olmak üzere, tüm masa arkadaşlarını bu olayda sorumlu tutmuş. Aradan iki gece, 70 saat geçmiş ki; saç rengi gibi fikir değiştiren kadın, yeni cicilerini de giyerek, biraz suratı düşmüş şekilde masadakilerin yanına geri dönmüş. EEE der gibisiniz devam ediyorum masalımıza. Bu dönüşte suçlu kendisinden ziyade masada kalanlarmış gibi, çevresindekilere, anlamsız, gülmekle utanmak arasında bir eda ile bakıp durmuş.
Seçimler bitmiş ve bu altılı masa arkadaşlarının adayı, seçimi 2 puan farkla kaybetmiş. Masal ya bu, bizim saçı gibi fikirleri değişen kadın seçimin kaybedilmesinin sebebini kendisinden başka herkese yüklemekte bir beis görmemiş. Oysa onun altına işlediğine herkes şahitlik yapsa da; kadın Nuh demiş peygamber dememiş.
Sonra da olup bitenden kendisinin bir suçu yokmuşçasına, bir hafta sonu masadakiler dışında, kendisinin oyun oynadığı daha yakın arkadaşlarını da terk edip kayıplara karışmış. Ülkenin basını, haber siteleri, TV’leri her yerde kahraman kadını aramaya başlamışlar. Yok, yer de yarılmamış ki içine girsin. Bulunamamış.
Bir gün aniden, yeni saç rengi ile bir zamanlar hışımla ve aşağılayarak bahsettiği hükümdarın sarayında, diğer adı ile Külliyenin içinden sarı bir papatya gibi görünmez mi? Bak şu Allah’ın işine şimdi. Kayıp bulunmuştu, hem de nerede mi? Bir zamanlar “gelin hanım dua et, Rize’den ileriye gitmeden ders verdiler” diye buyuran hükümdarın, yeni iş, mevki, makam dağıttığı sarayında bulunmuş.
Şimdi tüm masal severlere soruyorum. Bu masalda anlatılmak istenen ne? Kahramanlarımızdan hangisi seçime girip, 2 puan farkla kaybetmiştir? Umutlarını bir başka bahardaki demokratik seçimi erteleyen, hükümdarın tebaa gördüğü, bir kısmının ise hala, yasa, adalet, diye türküler söylediği halk mı, yoksa işemesine rağmen her dönem mevki, makam bula bilen, hatta makam aracı olarak da beyaz Toros seçen kadın mı, ya da seçileceğine inanan, bu uğurda açılım üstüne açılım, helalleşmeden bitap düşüp, sağ şarampole devrilen, beş benzemezi bir arada tutan, yumuşak mizaçlı, devlet işleri geleneği ve terbiyesi almış, eline-diline-beline düsturunu benimsemiş, yetim hakkını bilen, her dönem kötü danışmanlarının azizliğine uğrayan kaybetmeyi öğrenmiş adam mı?
Cevabı siz yurttaşlarıma bırakarak, masalımızı bir başka sefer devam ettirme sözü ile saygılarımı sunuyorum.