HABER MERKEZİ
Türkiye’nin siyasi ve toplumsal hafızasında derin izler bırakan Maraş Olayları, 19 Aralık 1978’de başlayıp yaklaşık bir hafta süren ve resmi rakamlara göre 100’den fazla insanın ölümü, yüzlercesinin yaralanması ve binlercesinin göç etmesiyle sonuçlanan bir şiddet sarmalıdır. Bu olaylar, sadece bir kentin değil, tüm ülkenin geleceğini etkileyen, kutuplaşmayı derinleştiren ve 12 Eylül 1980 askeri darbesine giden yolda önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilen trajik bir dönüm noktasıdır. Maraş’ta yaşananlar, Alevi ve Sünni yurttaşlar arasında onarılması güç yaralar açmış, komşuluk ilişkilerini dinamitlemiş ve toplumsal barışa ağır bir darbe vurmuştur. Bu anlatı, olayların arka planını, gelişimini, yaşanan insanlık dramlarını ve etkilerini, tanıklıklar ve tarihsel veriler ışığında aktarmayı amaçlamaktadır.
Olayların Fitilini Ateşleyen Gerginlik: Siyasi ve Toplumsal Arka Plan
1970’li yılların Türkiye’si, sağ-sol çatışmalarının yoğunlaştığı, siyasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü, ekonomik sıkıntıların halkı bunalttığı bir dönemden geçmekteydi. Maraş, bu genel tablonun mikro ölçekteki bir yansımasıydı. Kentte, özellikle Alevi ve sol görüşlü vatandaşlara yönelik artan bir baskı ve provokasyon havası mevcuttu. Milliyetçi ve dinci grupların etkin olduğu şehirde, Aleviler “komünist”, “dinsiz” gibi yaftalarla hedef gösteriliyor, gerginlik adım adım tırmandırılıyordu.
Olaylardan önceki aylarda kentte çeşitli provokatif eylemler yaşanmıştı. Alevi mahallelerindeki evlerin ve işyerlerinin işaretlenmesi, tehdit mektuplarının gönderilmesi, Sünni kesim arasında Alevilere yönelik nefret söyleminin yayılması, yaklaşan felaketin habercisi gibiydi. Özellikle Çiçek Sineması’na 19 Aralık akşamı atılan ses bombası ve ardından yayılan “Aleviler camileri bombaladı” şeklindeki kasıtlı ve yalan haberler, zaten gergin olan atmosferi patlama noktasına getirdi.
Kıvılcımdan Yangına: Olayların Gelişimi
Çiçek Sineması’ndaki provokasyonun ardından, ertesi gün Alevi öğretmenler Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun cenaze törenleri, olayların başlangıç noktası oldu. Cenaze törenine katılan kalabalığa yönelik saldırılar, kısa sürede tüm şehre yayılan bir şiddet dalgasına dönüştü. Önceden organize olduğu anlaşılan gruplar, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Yörükselim, Karamaraş, Serintepe gibi mahallelere sopalarla, taşlarla, kesici aletlerle ve ateşli silahlarla saldırdı.
Güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede yetersiz kalması, hatta bazı durumlarda saldırganlara göz yumduğu iddiaları, şiddetin boyutlarını daha da artırdı. Evler basıldı, yakıldı, yıkıldı; işyerleri talan edildi. İnsanlar sokak ortasında, evlerinde vahşice katledildi. Kadınlara tecavüz edildi, çocuklar öldürül
dü. Tanıklıklar, yaşanan vahşetin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
İnsan Hikayeleri: Acının ve Direnişin İzleri
Maraş Olayları, sayısız insanın hayatını karartan, travmatik anılarla dolu bir trajediydi. Her bir kayıp can, her bir yaralı beden, her bir göç etmek zorunda kalan aile, bu vahşetin canlı tanıklarıydı.
Aliye Ana’nın Feryadı: Yörükselim Mahallesi’nde yaşayan Aliye Ana, olaylar sırasında evinin basıldığını, eşinin ve iki oğlunun gözleri önünde katledildiğini anlatır. Kendisi ise komşularının yardımıyla canını zor kurtarmıştır. Yıllar sonra bile o günleri anlatırken gözyaşlarına hakim olamayan Aliye Ana, “Bizim suçumuz neydi? Sadece Alevi olmak mı?” diye sorar. Bu soru, Maraş’ta yaşananların temelindeki nefreti ve ayrımcılığı acı bir şekilde özetlemektedir.
Hayatta Kalan Öğretmen: Olaylar sırasında hedef gösterilen Alevi öğretmenlerden biri olan Ayşe Öğretmen (ismi değiştirilmiştir), o günleri “bir cehennem provası” olarak tanımlar. Okuldan evine dönerken saldırıya uğramış, komşularının bodrumuna sığınarak hayatta kalmıştır. Ancak yaşadığı travma, uzun yıllar peşini bırakmamıştır. Ayşe Öğretmen, “O gün sadece bedenlerimize değil, ruhlarımıza da saldırdılar. Bizi birbirimize düşman etmeye çalıştılar,” der.
Sessiz Tanıklar: İşaretlenen Evler: Olaylardan önce Alevi evlerinin kırmızı boyalarla işaretlenmesi, planlı bir soykırım hazırlığının ürkütücü bir göstergesiydi. Bu işaretler, saldırganlara hedef göstermiş, masum insanları ölüme mahkum etmiştir. O işaretli kapıların ardında yaşanan dramlar, bugün bile hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.
Göçe Zorlanan Hayatlar: Saldırılardan canını kurtarabilen binlerce Alevi, doğup büyüdükleri toprakları, evlerini, anılarını geride bırakarak Maraş’tan göç etmek zorunda kaldı. Bu zorunlu göç, sadece coğrafi bir yer değiştirme değil, aynı zamanda bir kimlik ve aidiyet kaybıydı. Farklı şehirlere dağılan Maraşlı Aleviler, yıllarca memleket hasretiyle yaşadılar, kaybettiklerinin yasını tuttular.
Olayların Ardındaki Dinamikler ve Sorumlular
Maraş Olayları’nın sadece anlık bir provokasyonun sonucu olmadığı, derinlerde yatan siyasi ve toplumsal dinamiklerin bir ürünü olduğu açıktır. O dönemde Türkiye’de yükselen aşırı milliyetçi ve dinci akımlar, Alevileri ve solcuları “iç düşman” olarak hedef gösteriyordu. Devlet içindeki bazı karanlık odakların ve kontrgerilla yapılanmalarının olaylarda rol oynadığına dair güçlü iddialar bulunmaktadır. Maraş Olayları’nın karmaşık ve karanlık arka planında sıkça adı geçen figürlerden biri de Abdullah Çatlı’dır. Kendisinin ve lideri olduğu iddia edilen Ülkücü grupların olaylardaki rolüne dair iddialar, katliamın hemen sonrasından başlayarak günümüze kadar süregelen tartışmaların merkezinde yer almıştır.
Bu bağlamda, Abdullah Çatlı’nın Maraş Olayları ile bağlantısına dair öne çıkan iddialar ve tartışmalar şunlardır:
Organizasyon ve Koordinasyon Görevi: Çeşitli tanık ifadeleri, araştırma raporları ve döneme ilişkin siyasi analizler, Abdullah Çatlı’nın olaylardan önce Maraş’a gelerek yerel Ülkücü gruplarla toplantılar yaptığını, saldırıların planlanması ve koordinasyonunda aktif rol aldığını öne sürmektedir. Bu iddialar, Çatlı’nın o dönemdeki konumu ve daha sonraki yıllarda adı karışacağı Susurluk Kazası gibi olaylarla ortaya çıkan derin devlet bağlantılarıyla birlikte değerlendirildiğinde önem kazanmaktadır.
Dışarıdan Gelen Provokatörler: Maraş’a olaylar sırasında dışarıdan çok sayıda eğitimli provokatörün geldiği ve halkı kışkırttığı bilinmektedir. Abdullah Çatlı’nın, bu provokatör grupların Maraş’a yönlendirilmesinde ve eylemlerinde etkili olduğu iddia edilmektedir. Bazı kaynaklar, Çatlı’nın da bizzat olaylar sırasında Maraş’ta bulunduğunu ve saldırılara katılan gruplara liderlik ettiğini belirtmektedir.
Kontrgerilla Bağlantısı: Maraş Olayları, pek çok araştırmacı tarafından Türkiye’deki kontrgerilla faaliyetlerinin bir parçası olarak görülmektedir. Abdullah Çatlı’nın da bu yapılanma içinde yer aldığı ve devlet içindeki bazı odaklar tarafından Alevi ve sol kesime yönelik şiddet eylemlerinde kullanıldığı iddiaları mevcuttur. Maraş’taki katliamın, toplumu sindirmek, siyasi istikrarsızlığı derinleştirmek ve askeri bir müdahaleye zemin hazırlamak amacıyla kontrgerilla tarafından tezgahlandığı, Çatlı gibi figürlerin ise bu planın uygulayıcıları arasında olduğu öne sürülmektedir.
Tanık İfadeleri ve Araştırmalar: Maraş Katliamı davası sanıklarından bazıları ve olayların tanıkları, verdikleri ifadelerde Abdullah Çatlı ve ekibinin olaylardaki rolüne işaret etmişlerdir. Ayrıca, gazeteci ve araştırmacıların konuya ilişkin yayınladığı kitap ve makalelerde de Çatlı’nın Maraş’taki faaliyetlerine dair önemli bilgilere ve iddialara yer verilmiştir.
Yargılanma Süreci ve Hukuki Boyut: Abdullah Çatlı, Maraş Olayları ile ilgili olarak doğrudan yargılanıp hüküm giymemiştir. Bu durum, olaylardaki rolüne dair iddiaların hukuki olarak kanıtlanmasını zorlaştırmış ve tartışmaların devam etmesine neden olmuştur. Ancak, özellikle Susurluk Kazası sonrası ortaya çıkan bilgiler ve raporlar, Çatlı’nın devlet destekli yasa dışı faaliyetlerdeki kilit rolünü gözler önüne sermiş, Maraş gibi olaylardaki olası parmağına dair şüpheleri artırmıştır. Abdullah Çatlı’nın Maraş Olayları’ndaki rolüne ilişkin bu iddialar, Türkiye’nin karanlık bir dönemine ışık tutması açısından önemlidir ve genellikle tanıklıklara, dönemin siyasi atmosferine ve Çatlı’nın bilinen diğer faaliyetlerine dayandırılmaktadır. Hukuki olarak kesinleşmiş bir mahkumiyet olmasa da, Çatlı’nın ve benzeri figürlerin Maraş’ta yaşanan vahşetteki olası sorumlulukları, toplumsal hafızada ve tarihsel araştırmalarda önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, olayların ardından yaptığı açıklamada, “Bu bir Alevi-Sünni çatışması değil, örgütlü bir faşist saldırıdır,” demiş ve olayın planlı olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak, olayların sorumlularının tam olarak ortaya çıkarılması ve adaletin tecelli etmesi konusunda yeterli adımlar atılamamıştır. Açılan davalar, yetersiz soruşturmalar ve siyasi baskılar nedeniyle çoğu zaman sonuçsuz kalmış, gerçek suçlular cezalandırılmamıştır. Bu durum, mağdurların adalet duygusunu derinden yaralamış ve toplumsal vicdanda kapanmayan bir yara açmıştır.
Unutmamak, Unutturmamak
Maraş Olayları, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en karanlık sayfalarından biridir. Bu olaylar, farklılıklarla bir arada yaşama kültürüne, toplumsal barışa ve insan haklarına yönelik ağır bir saldırı olarak tarihe geçmiştir.
Resmi rakamların çok ötesinde bir can kaybının ve mağduriyetin yaşandığı bu katliam, Alevi toplumu üzerinde derin travmalar bırakmıştır.
Maraş’ta yaşananlar, aynı zamanda devletin vatandaşlarının can güvenliğini sağlama konusundaki sorumluluğunu ve ihmallerini de gözler önüne sermiştir. Olayların ardından ilan edilen sıkıyönetim ve 12 Eylül darbesi, Türkiye’yi farklı bir siyasi mecraya sürüklemiştir.
Bugün Maraş Olayları’nı hatırlamak, sadece geçmişe bir ağıt yakmak anlamına gelmemelidir. Bu acı tecrübeden dersler çıkarmak, benzer olayların bir daha yaşanmaması için toplumsal farkındalığı artırmak, nefret söylemine ve ayrımcılığa karşı mücadele etmek hepimizin sorumluluğudur. Maraş’ta yitirilen canların anısını yaşatmak ve adaletin tam anlamıyla tecelli etmesini talep etmek, demokratik ve barışçıl bir geleceğin inşası için elzemdir. Unutmamak ve unutturmamak, Maraş’ın kanayan yarasının bir nebze olsun sarılmasına katkı sunacaktır.
