Hürrem Erman FRANKFURT
İspanyol müzik araştırmacısı Vicente Fabuel’in Selda Bağcan hakkındaki şöyle diyor: “Türk vokalisti Selda, doğu kültüründen çıkmış sayılı efsanevi kadın seslerden biridir. O büyük çöllerin ortasında az bulunan vahalar gibidir. Bir insan nasıl bu kadar çevik, bu kadar derin, bu kadar yaratıcı ve bu kadar hissederek şarkı söyleyebilir.”
Bence tam da bu kelimelerle başlamalıyız Selda Bağcan’ın hikayesine. Zira onun sanat serüveni, sadece bir müzisyenin biyografisi değil, toplumsal belleğin müzikal tezahürüdür; zamanın ruhunu özümseyip onu evrensel bir dile çeviren nadir sanatçıların kronolojisidir.
Selda Bağcan, Türk müziğinin coğrafyasında, gelenekle modernite arasında kurulan köprünün en sağlam ayaklarından biridir. Muğla’nın topraklarında filizlenen bu ses, bugün dünyanın dört bir yanında, kültürel sınırları aşarak milyonlarca kalbe dokunmakta. Times dergisinin “Dünya Müziğinde Yaşayan Efsane ve Tarihi Kadın Şarkıcılar” listesinde yer alan Bağcan, sadece Türk müziğinin değil, küresel sanat atmosferinin de vazgeçilmez figürlerinden biri haline geldi.
Köklerden göklere: Bir Sanatçının Metamorfozu
1948 yılında, aslen Makedonyalı Türk göçmen bir ailenin çocuğu olarak Muğla’da dünyaya geldi. Babasının tayini nedeniyle küçük yaşta Van’a yerleşti ve 10 yaşına kadar orada yaşadılar. Bu coğrafi hareketlilik, onun sanatsal kimliğinin çok katmanlı yapısının temellerini atmıştır. Van’ın mistik atmosferi, Anadolu’nun derinliklerinde yankılanan türkü geleneği, genç Selda’nın ruhuna erken yaşlarda nüfuz eder.
Müzikle tanışması ise Batılı enstrümanlarla gerçekleşir. Çocuk yaşlarda Batı müziğinden enstrümanlarla (mandolin, gitar) müziğe başlamış, lise yıllarında yabancı dillerde (İngilizce, İtalyanca, İspanyolca) şarkılar söylemiştir. Bu erken dönem, onun sanatsal kimliğinde evrensellik arayışının ilk tohumlarını atmasına işaret eder. Bir yandan Anadolu’nun türkü geleneğini özümseyip diğer yandan Batı müziğinin teknik imkanlarını keşfetmesi, ileriki yıllarda yaratacağı sentezin ön habercisidir.
1971 yılı, Selda Bağcan’ın sanat tarihindeki dönüm noktası. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Mühendisliği öğrencisiyken çıkardığı ilk iki 45’lik plak bir milyon dolayında satılınca, meslek olarak müziği seçmeye karar verdi. Bilimsel akılcılıkla sanatsal sezgiyi harmanlayan bu nadir kişilik, müziği sadece bir ifade aracı olarak değil, toplumsal gerçekliği dönüştürme gücü olan bir silah olarak kavrıyor.
1970’li yıllar, dünya genelinde toplumsal uyanışın, protest kültürünün ve siyasal bilinçlenmenin yükselişe geçtiği bir dönem. Özellikle sol partilerin ve kuruluşların düzenlediği etkinliklerde konserler veren Selda Bağcan, bu atmosferin içinde, müziği sadece estetik bir deneyim olarak değil, toplumsal dönüşümün aracı olarak kavrayan bir sanatçıya dönüşür.
Onun protest müziği, aslında sıradan siyasal sloganizmden uzak. Anadolu aşık geleneğinin derinliklerinden beslenip çağdaş müzikal ifade biçimleriyle sentezlediği türküler, hem yerel hem evrensel bir protestonun temsilcisi oluyor. “Katip Arzuhalim”, “Yuh Yuh”, “İnce İnce Bir Kar Yağar” gibi eserler, geleneksel âşık şiirini modern dünyaya taşıyan köprüler vazifesi görüyor.
Bu dönemde yaşadığı toplumsal baskı ve siyasi zulüm, sanatını olgunlaştıran önemli faktörler arasında. 1980 askerî darbesinin ardından üretimi sınırlanan sanatçı büyük sıkıntılar çekiyor. 1984’te tutuklanarak, hapse atılıyor. Bu acı deneyim, onun müziğine daha da derinlikli ve otantik bir boyut katıyor. Hapishane tecrübesi, protest müziğinin sadece söylemsel değil, varoluşsal bir nitelik kazanmasını sağlamış oldu.
1987’ye değin pasaport verilmediği için yurtdışı konserlerine ara vermek zorunda kalıyor Bağcan. İroniktir ki, bu zoraki izolasyon dönemi, Selda Bağcan’ın uluslararası tanınırlığının temellerinin atıldığı yıllar oluyor. 1986 yılında, yurt dışına çıkamamasına karşın, Peter Gabriel tarafından desteklenen Womad Vakfı’nca düzenlenen Dünya Dans ve Müzik Festivali plağında bir şarkısıyla yer alıyor.
Peter Gabriel gibi dünya müzik sahnesinin önemli figürlerinin dikkatini çekmesi, onun müziğinin evrensel niteliğini uluslararası düzlemde tanıtıyor.
1987 yılında pasaportunu geri almasıyla birlikte gerçekleştirdiği Avrupa turnesi, Rotterdam Sanat Festivali, Glastonbury Festivali, Jubilee Gardens Festivali gibi prestijli platformlarda sahne alması, Türk müziğinin dünya sanat haritasındaki yerini güçlendiriyor.
21. yüzyılın başlarında, Selda Bağcan’ın müziği beklenmedik bir şekilde küresel popüler kültürün radarına giriyor. 2010 Grammy Ödülleri’ne en iyi rap albümü ve en iyi rap performansı dallarında aday gösterilen Brooklynli hip-hop sanatçısı Mos Def, son albümü The Ecstatic’te yer alan “Supermagic” adlı parçada “İnce İnce Bir Kar Yağar” türküsünü kullandı.
Bu alıntı, sadece müzikal bir alıntı değil, kültürler arası diyalogun en güzel örneklerinden biridir. Mos Def’in Brooklyn sokaklarında yankılanan hip-hop ritmiyle Aşık Mahzuni Şerif’in türküsünü buluşturması, müziğin evrensel dilinin en çarpıcı tezahürü olarak kabul gördü. Electronic Arts adlı oyun şirketinin piyasaya sürdüğü Skate 2 oyununda da Mos Def uyarlamasıyla yer aldı. Bu durum, Selda Bağcan’ın sesinin dijital çağın gençleriyle buluşmasını sağladı.
Frodo’nun Bağcan aşkı!
Selda Bağcan’ın küresel etkisinin belki de en çarpıcı örneği, Hollywood yıldızı Elijah Wood’un ona duyduğu tutkulu hayranlık. “Selda Bağcan’ı dinlerken aklımı kaçıracak gibi oldum” diyen Wood’un bu keşfi, popüler kültürün beklenmedik rotalarının en güzel örneklerinden biri.
Wood’un müzikle ilişkisi, sıradan bir ünlü hobisinden çok daha derin. Çocukluk yaşlarından beri etnik müziğe ilgi duyan, gittiği her ülkeden yerel enstrümanlar satın alan ve çılgınlar gibi plak toplayan Wood, 2001 yılında ilk DJ setini alır ve kendince kayıtlar yapmaya başlar. Bu tutkulu müzik araştırmacısı kimliği, onu Türk psikedelik müziğiyle buluşturur.
Selda Bağcan’la ilk tanışması da Mos Def ile aynı dönemlerde internette dolaşan “İnce İnce” videosu ile olur. Bu dijital tesadüf, bir Hollywood yıldızının Anadolu’nun derinliklerinden yükselen sesi keşfetmesine vesile olur. “Seni seviyorum. Sana tapıyorum Selda. Türk müziği ile beni tanıştırdığın için çok teşekkür ederim” sözleriyle duyduğu hayranlığı ifade eden Wood, sadece bireysel bir beğenisini değil, Batı kültürünün Doğu müziğine duyduğu gizli özlemi dile getirir.
2015 yılında İstanbul’da gerçekleşen Ekşi Fest, bu iki farklı kültürden gelen sanatçının buluşma anı olur. Menajerleri darlayarak Selda Bağcan’ın sahnesine çıkmak ve onun arkasında çalmak için epey uğraşan Elijah Wood, en sonunda amacına ulaşır ve ikili Selda Bağcan’ın sahnesinde ilk kez bir araya gelir. Bu buluşma, sadece iki müzisyenin sahnede yan yana gelmesi değil, küreselleşen dünyada sanatın birleştirici gücünün sembolik tezahürüdür.
Wood’un Selda Bağcan hayranlığı, izole bir olgu değil elbette. Florence Welch, The Mars Volta, Chelsea Wolfe gibi çok farklı müzik türlerinden sanatçıların da Selda Bağcan’a duydukları hayranlık, onun müziğinin “genre” (tür) sınırlarını aşan evrensel gücünün ispatı niteliğinde.
Selda Bağcan’ın sanat serüveni, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal dönüşümünün müzikal belgeseli de kabul edilebilir. 1960’lardan bu yana sanatçı tipolojisinin şekillenmesi; ürün, üretim ve icra/aktarım tarzlarının gelişmesinde dinleyici/izleyici kitlenin önemli rolü var. O, bu çok katmanlı sürecin hem tanığı hem de aktif şekillendiricisidir.
“Ziller ve İpler” ile 90’larda büyük başarı sağladı. O dönemin pop müziğe olan yaklaşımı, 2000’lerde nostalji ve retro modasıyla geçmiş eserlerini yeniden basması, 2017’deki “Remix” albümü çalışması, onun çağına ayak uydurma becerisinin göstergesi oldu. DJ’lerle yaptığı remix çalışmaları, geleneksel türkülerin elektronik müzik atmosferinde yeniden yorumlanması, sanatsal kimliğindeki adaptasyon kabiliyetinin en güzel örnekleri.
Bağcan’ın sanat kariyeri 1971’de başlayıp, 2000’e kadar çok sayıda albüm ve konserin ardından günümüze kadar uzanan bu serüven, sadece bireysel bir başarı hikayesi değildi. Aynı zamanda Türk kültürünün dünya sahnesindeki en güçlü temsilcilerinden biri olarak, kültürel diplomasinin önemli figürlerinden biri haline gelmesiydi.
Selda Bağcan’ın hikayesi, aynı zamanda Türkiye’de kadın sanatçı olmanın zorluklarını ve zaferlerini yansıtan bir örnek. Erkek egemen bir toplum içerisinde öteki olarak konumlandırılan bir kadın olmak yerine ailesi, eğitimi, sosyal ve kültürel çevresi sayesinde özgüvenle sahnede yerini alabilmiş bir sanatçı kimliğine sahip nadide sanatçılardan.
1970’lerde gitarıyla sahne alan bir kadın müzisyen olması, o dönemin toplumsal kodları düşünüldüğünde devrimsel bir duruş. Gitarıyla şarkı söylemeye başlayıp, Anadolu pop tarzında söylediği deyişler ve yurtdışı turneleri ile hem müzikal hem toplumsal sınırları zorladı.
Bugün genç kuşakların Selda Bağcan’ı keşfetmesi, çoğunlukla dijital platformlar ve remix kültürü üzerinden gerçekleşmekte. Instagram’da 353K takipçisi olan sanatçının sosyal medya varlığı, geleneksel medya araçlarının ötesinde gençlerle kurduğu bağın göstergesi.
Onun müziğinin DJ’ler tarafından yeniden yorumlanması, elektronik müzik festivallerinde çalınması, hip-hop sanatçıları tarafından “sampling” (Güncelleyerek alıntılamak) edilmesi, müzikal mirasının canlılığını koruduğunun da ispatı. Bu durum, geleneksel sanatın çağdaş ifade biçimleriyle buluşmasının en başarılı örneklerinden biri sayılıyor.
İspanyol müzikolog Vicente Fabuel’in dediği gibi, Selda Bağcan gerçekten de “büyük çöllerin ortasında az bulunan vahalar” gibi. Ancak onun vahalığı, sadece nadir oluşunda değil, beslediği kültürel ekosistemin zenginliğinde saklı. Bağcan, gelenekle moderniteyi, Doğu ile Batı’yı, yerel ile evrenseli buluşturan nadir sanatçılardan biri.
Yarım asrı aşan sanat serüveni boyunca, toplumsal değişimlerin tanığı olmakla kalmamış, aynı zamanda bu değişimlerin aktif katalizörü olmuş. Protestten pop müziğe, analog dönemden dijital çağa, yerel sahneden küresel festivallere uzanan bu yolculuk, sadece bireysel bir başarı hikayesi değil, Türk kültürünün dünya sahnesindeki serüveni.
2025 yılı Berlin konserleri gibi gelecek planları, 76 yaşındaki sanatçının hala aktif olduğunu ve müzikal mirasını genişletmeye devam ettiğini göstermekte.
Hasılı kelam; her “İnce İnce Bir Kar Yağar” çalındığında, her “Yuh Yuh” yankılandığında, sadece bir şarkı değil, bir çağın ruhu, bir toplumun belleği ve evrensel sanatın gücü yeniden canlanmakta. İşte Selda Bağcan’ın asıl büyüsü de burada: zamanı müziğe, müziği zamana dönüştürme yeteneği… Allah uzun ömürler versin.
