Adım Madımak soyadım kül!

Konuşmaların olduğu yerde ufak çaplı bir arbede de yaşanmıştı. Bunu bahane eden, özelde Aziz Nesin’e, genelde ise Alevilere kin duyanların tam da kusma vaktiydi. Maraş, Çorum, Malatya yetmemiş, gözü kana doymayanlar yine kan içmek istiyordu. Oysa, ne Aziz Nesin’in sözlerinde Müslümanlara bir saldırı vardı, ne de etkinliğe katılan insanların böyle bir düşüncesi.

Günlerden Cuma. Yer Sivas. Orta Anadolu’nun en büyük şehrinin bir bölümü Karadeniz’e açılıyor, diğer yandan Doğu Anadolu. Kahramanmaraş ile Akdeniz’e komşu olsa da bu komşuluk aldatıcıdır. Hiçbir yanı ile Akdeniz’e komşu değildir Sivas.

Ama hava sıcak, Sivas’ı yakıp kavuruyor. Biraz önce Allah’ın Divanı’na durup, secdeye varanlar camilerden çıkıyor. Saat 14:00’ü gösterirken toplanmaya başlayan kalabalık, sayıları artan bir şekilde yönlerini önce Hükümet Meydanı’na, oradan Madımak Oteli yakınlarına geldiğinde saatler 14:27’yi gösteriyor. Şimdilik sadece slogan atılıyor ve bağırarak yürüyen kalabalığın çevresinde az da olsa asker ve polis var… Kara bir nehrin acı suyu, gölgede büyümüş zehirli göbekleri gibi, sayıları artarak, “Sivas Aziz’e mezar olacak!” nidaları güzergah boyunca artıyor. Saat 15:11 itibarıyla kalabalık Madımak Oteli’nin etrafındaki tüm sokak ve caddeleri doldurarak, kimi Ülkücü, kimi Milli Görüş işareti yaparak slogan atmaya devam ediyor.

Dillerde kısa sürede hepsinin benimsediği “Sivas Aziz’e mezar olacak, Yaşasın Şeriat!” 16. yüzyılda mıyız? Elbette hayır. O Haydar’dı asılan. Yıldızeli Banaz köyündeki Haydar. O Haydar’ı asan Hızır Paşa. Ölen kimdi? O ise Pir Sultan Abdal. Pir Sultan asılırken paşanın bahanesi “ihanet” cezası ölümdü. Dün asılan Pir Sultan anılıyordu. Bunun için şehir dışından hayli bir katılım vardı. Perşembe günü Aziz Nesin’in Şenlik ve Aydınlık Gazetesi’nin Türkçeye çevirdiği Salman Rüşdü’nün kitabıyla ilgili, Türkiye Gazetesi’nin tahrikli bir röportajı, kimi softayı kızdırmıştı. Konuşmaların olduğu yerde ufak çaplı bir arbede de yaşanmıştı. Bunu bahane eden, özelde Aziz Nesin’e, genelde ise Alevilere kin duyanların tam da kusma vaktiydi. Maraş, Çorum, Malatya yetmemiş, gözü kana doymayanlar yine kan içmek istiyordu. Oysa, ne Aziz Nesin’in sözlerinde Müslümanlara bir saldırı vardı, ne de etkinliğe katılan insanların böyle bir düşüncesi. Büyük çoğunluğu, şair, yazar, felsefeci, halk ozanı, halk müziği sanatçısı, sinema emekçisi, araştırmacı, hatta Hollandalı akademisyen gibi, sanatlarını, görüşlerini bu etkinlik sayesinde diğer insanlarla paylaşmaya gelmiş, en genci daha 12 yaşında olan 33 CAN! Ekmeklerini bu otelde kalanlara hizmet ederek kazanan, ikisi de 21 yaşında iki de emekçi.

“Çok şükür otel dışında kalan halkımız zarar görmemiştir” diyen, edep yoksunu, arsız, oturduğu makama gelişi hala tartışılan, kıt zekalı, kadın bir başbakan. “Kızılırmak boylarında bir Şehir”de insanlar önce taşlandı. Beklendi. Bu kalabalık öfkesini dindirememişti. Atılan taşlar yetmemişti. Yeni bir şey bulmak için hayli zamanları vardı. Biri bağırdı: “Yakın bunları!” Devletin askeri, polisi, önce hükümet binasına saldıran, oradan hızlarını alamamış, yol boyunca artmış, kaldırım taşlarını sökerken, otele benzin dökülürken, önlem almamış, alamamış, otelin yanışı bir film platosunu aratmayacak şekilde cayır cayır alevler yükselirken, içinde canlar yanarken, adeta seyre dalmıştı. Ya da bu onlara görev olarak verilmişti!

Din ve inanç özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi evrensel insan hakları prensiplerini yok sayan ve yine farklılıkları çoğulculuk unsuru olarak görmeyip tekçi, baskıcı bir sistemi tesis etmek ve daim kılmak isteyen politikalar ve uygulamalar Sivas Madımak Katliamı’na yol açmıştır. 15 bini aşkın insanın karıştığı bu olayda sadece 124 kişi hakkında dava açıldı. Bunlardan çoğu hafif cezalarla geçiştirilip, kısa zamanda özgür kalırken, mahkeme olayda bir örgüt bağlantısı bulamamıştır. İdam cezası alan 33 sanıktan 8 tanesi tahliye edildikten sonra bir daha yakalanmadılar. 7 sanık mahkemeye dahi çıkmadı. 2012’ye gelindiğinde ise, birçoğunun zaman aşımı gerekçesi ile dosyaları kapandı. Üzerinden 32 yıl geçmesine rağmen hala tam olarak aydınlatılmamış olan bu katliam davasının zaman aşımına uğratılması insanlığa karşı işlenmiş bir suçun örtbas edilmesidir. Bilinmelidir ki; insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı söz konusu olamaz.

Kim bilir belki de bu olayın asıl suçlusu Ozan Nesimi Çimen’di. Üç telli curanın son ustalarından olan Nesimi Çimen, bir zamanlar evinde misafir ettiği Yaşar Kemal, Yılmaz Güney’e “dava arkadaşlarım” demiş olması olabilir miydi? Ya da, Metin Altıok’un bu dizeleridir bu katliama sebep:

Hoşça kal diyebildim güçlükle,

Sesimi iğneden geçirerek.

Dönüp arkama yürüdüm,

Adım adım gittikçe küçülerek.

Ben bu insanların böyle bir ölümü hak etmelerinin gerekçelerini kısa kısa anlatmaya devam edeyim.

Akarsuyum yansam da

Kül olup savrulsam da

Bazı bazı gülsem de

Yine gönlüm hoş değil

Yoksa şiirlerinde Pir Sultan ve Karacaoğlan’ın etkileri görülen, doğduğu şehirdeki etkinliğe eşi ile katılıp, birlikte yanan Muhlis Akarsu muydu suçlu?

Genzim yanarak yazmaya çalışsam da onları geri getirmek mümkün değil artık. Ne mi oldu sonra? Hiçbir şey değişmedi. Hatta daha ayrıştırıcı, ötekileştirici bir ülke olduk.

Yandılar kor bir ateşin içinde

Savruldular gökyüzüne kül misali

Kara bulutlarla veda edip âleme

Semahlarla koştular ceylan misali

Vardılar hep “uçmağ”ın bahçelerine

Saz çalıp söyleştiler bülbül misali…

Bu güzel insanlarla birlikte, o utanç otelinde tam 33 can yok olup gitti. Acıları ve anıları gönüllerde kaldı. Hepsinin ruhları şâd, devirleri daim olsun. Işıklar içinde yatsınlar… Saygıyla,

Mehmet YILDIZ

Yazar_birbey

Moers / Almanya

Add a comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlk Siz Haberdar Olun!

Abone ol butonuna basarak, Gizlilik Politikası ve Kullanım Koşulları'nı okuduğunuzu ve kabul ettiğinizi onaylıyorsunuz.